Yalnız bırakılan kadın
62 yaşına bastığım yıl, hayatım dışarıdan bakıldığında sakin görünüyordu. Kocam yıllar önce vefat etmişti, çocuklarım kendi düzenlerini kurmuş, artık pek uğramaz olmuşlardı. Kırsalda küçük bir evde tek başıma yaşıyordum. Öğleden sonraları pencere kenarında oturup kuş seslerini dinlemeyi, boş sokağı seyretmeyi severdim. Sessiz bir hayat… ama içimde hiç itiraf etmek istemediğim bir boşluk vardı: yalnızlık.
Doğum günümde kimse aramadı, kimse hatırlamadı. Ne bir mesaj, ne bir kutlama… Ben de içimdeki sıkıntıyı dağıtmak için otobüse binip kasabaya gitmeye karar verdim. Planım yoktu; sadece uzun zamandır yapmadığım, alışılmadık bir şey yapmak istedim.
Küçük bir kafeye girdim. İçerisi loştu ama ışığı sıcaktı, müzik yumuşaktı. Köşedeki bir masaya oturup sıcak bir çay söyledim. Yıllardır böyle bir ortamda oturmamıştım; içtiğim çay bana hafif bir rahatlık verdi.
İnsanları seyrederken, bir adam yanıma yaklaştı. Kırklı yaşlarında olmalıydı; saçlarında hafif beyazlıklar vardı, bakışları sakindi. Kibarca gülümsedi:
“Bir çay daha ısmarlayabilir miyim?”
Gülümsedim. “Bana ‘hanımefendi’ demeyin, gerek yok,” dedim.
Konuşmaya başladık ve sanki yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi rahatça sohbet ettik. Fotoğrafçı olduğunu, uzun bir yolculuktan döndüğünü anlattı. Ben de ona gençliğimi, hayallerimi, yapmaya cesaret edemediğim yolculukları anlattım. Hem konuşması hem bakışı beni tuhaf bir şekilde çekiyordu.
Gece onunla birlikte bir otele gittim. Yıllar sonra ilk defa birinin sıcaklığını hissettim. Fazla konuşmadık; sadece o anın duygusuna kapıldık.
Sabah güneş ince perdelerden süzülürken uyandım. Yanıma dönüp günaydın demek istedim ama yatak boştu. Yastığın üzerindeki hafif çukur dışında ondan kalan hiçbir şey yoktu.
Başucumda küçük bir zarf duruyordu. Elleri titreyerek açtım. devamını diğer sayfaya geçerek okuyunuz


Son yorumlar