Çiftliğimin tamamı bir yangında yok olduktan ve kendi kızım da kalmama izin vermeyi reddettikten sonra
Tarlamı tamamen kül eden yangından sonra gidecek hiçbir yerim kalmamıştı. Bu yüzden kızımın evine gittim. Kapıyı açtı, ayakkabılarımdaki toza baktı ve neredeyse kapıyı kapatır gibi yapıp:
“Anne… üzgünüm, burada kalacak yer yok. Hem halımın kirlenmesini istemiyorum,” dedi.
Bu sözler beni hem incitti hem de çaresiz bıraktı. Bunun üzerine yıllar önce baktığım, şimdi zengin bir iş insanı olan Mert’i aramaya karar verdim.
Ankara’nın düzenli sokaklarında öylece duruyordum; arkamda kırk yıllık emeğimin kül olduğu çiftliğim, önümde kızımın lüks villası vardı… ama bana bir metre kare bile yer yoktu.
Yağmur çiselemeye başlamış, kısa sürede soğuk bir yağmura dönmüştü. Eski çantama sarıldım. Kızım içeride halısını korurken, ben altmış üç yaşımda, bu şehirde hangi otobüse bineceğimi bile bilmeden dışarıda kalmıştım.
O anda elimde kalan tek şey bir isimdi.
Devletin yıllar önce çiftliğime yerleştirdiği koruyucu aile çocuğu Mert. Kızım onu hiç kardeşi olarak görmemişti ama ben onu öz oğlum gibi büyütmüştüm. Sonra burslar, şirketler derken hayatı bambaşka bir yere gitmişti. Ben onu sadece bayram kartlarında görür olmuştum.
Bunca yıl hiçbir zor anımda onu aramamıştım. Ama kapı yüzüme kapandıktan ve üzerimde hâlâ yanık kokusu varken telefon rehberimde adını buldum:
Mert Yılmaz – Yılmaz Holding CEO
Ellerim titreyerek numarayı çevirdim. Sesli mesaj beklerken ikinci çalmada kendisi açtı. Devamını okumak için diğer sayfamıza gecebilriisiniz..
Pages: 1 2


Son yorumlar