Bir çöp kutusunun yanında terk edilmiş bir yenidoğan bebek buldum

600459418 1426843715500990 2424181441344785787 n 1

Özel dikim takım elbiseleriyle aceleyle yanımdan geçen adamlar değil.
Bir elinde kahve, kulağında kulaklıkla parlayan zeminlerde yürüyen kadınlar da değil.
Ve elbette, yerin kendiliğinden temizleneceğini sanarak kâğıt havluları yere atan gençler hiç değil.
Beni kimsenin görmesini beklemeyi çok uzun zaman önce bıraktım.
Benim adım Meryem. Altmış üç yaşındayım. Kırk yılı aşkın süredir geceleri çalışıyorum. Sessiz saatlerde… Tuvaletleri ovalayarak, aynalardaki parmak izlerini silerek, titreşen floresan ışıkların altında yerleri paspaslayarak. Ofis binaları. Otoyol dinlenme tesisleri. İnsanların düşünmeden girip çıktığı, geride bıraktığı yerler.
Bazıları böyle bir hayatın çok yalnız olduğunu söyler.
Buna hiç itiraz etmedim.
Ama tam olarak katıldığımı da söyleyemem.
Çünkü dürüst emeğin kendine ait bir onuru vardır. Dünya uyuduğunda gelen sessizlik, insana nefes alacak alan bırakır.
Yine de… İnsan bedenini, zamanını ve gençliğini çocuklarını büyütmeye verdiğinde, içten içe küçük şeyler umut eder. Bir ziyaret. Bir telefon. Bir torundan yamuk yumuk yazılmış bir doğum günü kartı.
Benimkiler gelmeyi bıraktı.
Çocuklarım büyüdü. Başarılı oldular. Diplomaları, benim hiç önünde durmadığım duvarlarda asılı. Kendi hayatları var. Kendi evleri, kendi düzenleri, kendi bahaneleri var.
Ben ise sessizce kapattıkları bir bölüm oldum.
Bayramlar, boş bir sokaktan geçen rüzgâr gibi gelip geçiyor. Her yıl bahaneler değişiyor ama sonuç hiç değişmiyor.
“Belki seneye.”
O “seneye” hiç gelmiyor.
Ben de çalışmaya devam ediyorum. Beni unutmuş olsalar bile, yaşadıkları dünyayı temizlemeyi sürdürüyorum.
İşte bu yüzden o salı sabahı erkenden otoyol üzerindeki dinlenme tesisindeydim. Vardiyamın yarısındaydım. Dışarısı hâlâ kapkaranlıktı. Soğuk fayansların üzerinde paspas sürüyordum.
İşte o zaman duydum.
İlk başta neredeyse hiçbir şeye benzemiyordu. Kırık, zayıf bir ses. Sanki yaralı bir yavru gibi.
Nefesim kesildi.
Sonra tekrar geldi. Bu kez daha netti. Boş bir banyoya ait olmayan, ince ve çaresiz bir ağlama.
Paspası bıraktım ve sesi takip ettim.
Ses, her zaman ilk dolan çöp kutusunun arkasından geliyordu. Diz çöktüm. Kalbim deli gibi atıyordu. Çöp kutusunu kenara çektim.
Ve onu gördüm.
Yeni doğmuş bir erkek bebekti.
Küçücük. Titriyordu.
Kirli, yıpranmış bir battaniyeye sarılmıştı. Yırtık kâğıt havluların ve boş ambalajların arasına bırakılmıştı. Altına eski bir kapüşonlu serilmişti. Sanki bu küçük merhamet, yapılan her şeyi telafi edebilirmiş gibi.
Hayattaydı.
Ama zar zor.
Hiç düşünmeden onu kollarıma aldım. Göğsüme bastırdım. Sanki içgüdülerim, zihnimin henüz yetişemediği bir şeyi çoktan biliyordu.
Ve o anda, soğuk bir banyo zemininde terk edilmiş bir bebekle dururken, hayatımda bir şeyin sonsuza dek değiştiğini anladım.
Çünkü yıllar sonra ilk kez…
Birinin bana ihtiyacı vardı.
Onu oraya bırakan kişi, en azından elinden geldiğince rahat ettirmeye çalışmıştı. Bebek zarar görmemişti. Sadece bırakılmıştı. Birinin onu bulmasını bekliyordu.
Battaniyenin içinde bir not vardı:
“Bunu yapamadım. Lütfen onu güvende tutun.”
“Canım…” diye fısıldadım. “Seni kim böyle bırakabildi?”
Elbette cevap vermedi. Ama minicik yumrukları daha sık kenetlendi. Kalbim dolup taştı. Onu üniformamın içine sardım. Üniformam çamaşır suyu kokuyordu. Ellerim nasırlıydı. Hiçbirinin önemi yoktu.
“Ben buradayım,” dedim. “Artık güvendesin.”
Kısa süre sonra yardım geldi. Ambulansla hastaneye götürüldü.
Hastanede ona Bebek Can dediler.
Ama benim için onun adı çoktan belliydi.
Mucize.
Onu evlat edinmek kolay olmadı. Yaşım, işim, yorgunluğum… Her şey karşımdaki engeldi. Ama vazgeçmedim. Gece işlerini bıraktım. Hayatımı sadeleştirdim. Elimde ne varsa paylaştım.
Aylar sonra, imzalar atıldı.
Ve Can, resmen benim oğlum oldu.
Onu sevgiyle büyüttüm.
Sessizce.
Karşılık beklemeden.
Mucize, adına yakışır şekilde büyüdü. Meraklıydı. Öğrenmeye açtı. Kitaplara, yıldızlara, toprağa, hayata dokunmak istiyordu.
Yıllar sonra, bir gün sahnede durdu. Işıkların altında… Mikrofona yaklaştı. Kalabalığa baktı ve beni gördü.
“Annem,” dedi, “beni bulduğunda yapayalnızdım. Bana sevgi verdi. Bana değerli olduğumu öğretti. Bugün buradaysam, onun sayesinde.”
O an anladım.
Ben bir hayat kurtarmamıştım.
Ben bir hayat bulmuştum.
Ve o bana, kaybettiğimi sandığım şeyi geri vermişti:
Sevilme hissini.
Kalma sebebini.
Ve hayatta hâlâ bir anlamım olduğunu.