Adım Hayriye
Ben o gün, sadece bir tabak yemeği götürmek niyetindeydim. Ne aklımda bir kötülük vardı, ne de bir beklenti. Ama insan ne kadar masum başlarsa başlasın, bazen duygularının ağırlığında, aklının sesini duyamaz hale geliyor. Sohbete başladık o genç adamla. Eşi yoktu evde, dedim ki biraz oturayım, iki kelime konuşur giderim. Ama her şey öyle çabuk gelişti ki… Sözleri iltifatlarla süslenmişti, bakışları ısındıkça içimdeki yalnızlığın buzları çözülmeye başladı. “Sen çok genç ve güzelsin,” dediğinde, yıllardır duymadığım o kelimelere hasret olduğumu fark ettim.
Kocamın bana “güzel kadın” dediği günler geride kalmıştı. Oysa ben hâlâ aynaya her sabah umutla bakan, kendine bakan, hayatla bağını koparmamış bir kadındım. Ama o an şunu düşünemedim: “Bir yabancıdan gelen sıcaklık, gerçekten bir sevgi midir? Yoksa geçici bir hevesin oyunu mu?” Dakikalar ilerledi. Yanıma oturdu. Dizlerimiz birbirine değecek kadar yakındık artık. İçimdeki bir ses “Kalk, git!” diye bağırırken, diğer bir ses “Bak, seni fark eden biri var,” diyordu. Beni gören, beğenen, kadın olduğumu hatırlatan biri…
Belki de yılların biriktirdiği ihmalin faturasını başkasına çıkarmaya hazırdım. Ama ben bir eştim… Ben yıllarımı verdiğim, hastalandığında başında beklediğim bir adamın karısıydım. Ben, o adamın elini bırakmayan, her yaşlılık sızısında yanında olan kadındım. O an bunları hatırlamadım. Ya da hatırlamak istemedim. Göz göze geldik, bir anlık bir yakınlık oldu… Tam o sırada dış kapı açıldı. Genç kadının sesi duyuldu: “Canım ben geldim!” İçimden biri sanki beni tokatladı. Bir anda yerimden sıçradım, mutfağa fırladım. “Hatice hoş geldin, ben yemeği bırakayım dedim,” diyebildim sadece. Elim ayağıma dolaşmıştı. Gözlerime dikkatlice baktı. Ne olduğunu sezmiş gibiydi ama belli
etmedi. O gün eve döndüğümde, aynaya uzun uzun baktım. Gözlerimin içi doluydu. Bir kadının gururu, vicdanı ve sadakati aynı bedende çatışınca, o aynada yüzleşmek çok zor oluyor. Kendi kendime sordum: “Ne yapıyorsun sen? Bir tabak yemekle girdin bir eve, yüreğinde bir yangınla çıktın!” Sonraki günler kabus gibiydi. O genç adamla her karşılaşmamda göz göze gelmemeye çalıştım. Hatice’ye bakamaz oldum. Vicdanım her geçen gün daha da ağırlaştı.
Kocama bir şey söyleyemedim ama ona her çorba verdiğimde, her sabah çorabını uzattığımda, içimde bir sızı büyüdü. Bir akşam kocam bana döndü, “Sen bir süredir başka gibisin, bir şey mi oldu?” dedi. İçimden fırtınalar koptu ama söyleyemedim. Yutkundum, “Yok, yorgunum biraz sadece” dedim. O da başımı okşadı, “Sana yük oluyorum farkındayım, gençsin sen, ben senin gibi bir kadına yetemem artık,” dedi. İşte o an dizlerimin bağı çözüldü. Gözyaşlarım sel oldu. Bir kadının kalbi, çoğu zaman sevgiyle beslenir, ilgiyle parlar. Ama o ilgi eğer yanlış bir kapıdan gelirse, seni sen olmaktan çıkarır. Ben bunu yaşayarak öğrendim. Kocam belki yaşlanmıştı, belki artık bazı görevleri yerine getiremiyordu ama onun sevgisi bana hep sabırla, sadakatle dokunmuştu. Onunla geçirdiğim yılların hatırası, bir yabancı bakışa değişilmeyecek kadar kıymetliydi. Oysa ben neredeyse bu kıymeti heba edecektim.
O genç adamın amacı belki sadece o anın heyecanıydı. Ama benim yanlışım, o anı ciddiye almamdı. Bir kadın eğer kendine kıymet veriyorsa, önce sadakatine sahip çıkar. Çünkü en değerli süs, vicdanla barışık uyuyabilmektir. Bundan sonra ne mi yaptım? Hatice ile bir gün oturdum. Kadınca bir konuşma yaptım. Dedim ki, “Evlat, eşini sahiplen. Onun yanında ol. Yemek yapmayı öğren, çünkü mutfakta kaynayan tencere sadece mideyi değil, evliliği de besler. Başkalarına minnet duymak, bazen hiç olmayacak yanlışlara kapı aralar.” Genç adamdan uzak durdum.
Selamı sabahı kestim. O da bir süre sonra anlamıştır belki. Ama beni asıl affetmesi gereken kişi, kendimdim. Bu olay bana çok büyük bir ders verdi: Sevgi eksikliğini başkasında aramak, seni mutluluğa değil, yıkıma götürür. Şimdi her sabah, kocamın yüzüne bakarken onunla geçirdiğim yıllara daha çok şükrediyorum. Eksiklerimiz olabilir, yaş almış olabiliriz ama biz bir ömür söz verdik birbirimize. Ve ben artık o sözün kıymetini çok daha iyi biliyorum. Hayatta herkes bir sınavdan geçer. Kimisi parayla, kimisi hastalıkla, kimisi ise duygularıyla…
Benim sınavım da buydu. Belki bir adım öteye geçmedim ama zihnimdeki bir adım bile tehlikeliydi. Bu da bana yetti. Dersim şudur: Sadakat sadece bedene değil, zihne ve kalbe de hâkim olmalıdır. Kadın olmak, güzel olmak, güçlü olmak; hepsi kıymetli. Ama en kıymetlisi, ahlaklı
Son yorumlar