Aklım karışmıştı

dec

Eşimle evlenmeden önce çok kararsızdım. İçimde garip bir huzursuzluk vardı. Onun bana olan sevgisi, ilgisi çok büyüktü, ama ben o zamanlar neyi sevip sevmediğimi bile bilmiyordum. Kendimi bile tanımıyordum doğru düzgün. Sadece birilerinin beni sevmesi, sahiplenmesi hoşuma gidiyordu. Bu yüzden onun sevgisine güvenerek “evet” dedim.

Mahallede insanlar beni hep beğenirdi, güzel bir kadındım; bunu biliyordum ama bu güzelliğin bazen nasıl yanlış anlaşılabileceğini, nasıl bir yük olabileceğini bilmiyordum. Dış görünüşüm bana hep bir şeyler kazandırdı sanıyordum, oysa zamanla anladım ki dış güzellik bir yere kadar. Asıl önemli olan içimdeki dünyaydı, değer görmekti, anlaşılmak ve emek verilmekti.

Evliliğimizin ilk yılları fena değildi. Ama sonra yavaş yavaş eşim değişmeye başladı. İşten geç gelmeler, dalgınlıklar, yorgun bahaneleri… Önce “yorgun” dedim, “yoğundur” dedim. Ama sonra zamanla aramızda görünmez bir duvar oluştu. Sanki evin içinde iki yabancı gibi yaşamaya başladık. Göz göze gelmiyorduk. Benimle konuşmuyor, ne hissettiğimi, ne düşündüğümü sormuyordu.

Zamanla bu ilgisizlik beni içten içe çürütmeye başladı. Bir kadın olarak hissetmem gereken şeyleri hissetmiyor, sadece evde hizmet eden biri gibi davranıyordum. Kırıldım, yoruldum, incindim. Ama hiçbir zaman saygımı kaybetmedim, eşimi aldatmayı, onu üzmeyi düşünmedim. Sadece ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Eşim son zamanlarda arkadaşlarını daha sık eve getirmeye başladı. Ben de misafirperverliğimi koruyarak çayımı, kekimi hazırlardım. Gelenlerle sohbet ederdim. Ama içimde hep bir eksiklik vardı. Boşluk hissi. Sevgi eksikliği…

Bir gün eşimin yakın arkadaşlarından biri beni aradı. Halimi hatrımı sordu. Uzun zamandır kimse bana “Nasılsın?” bile dememişti. Bir anlığına iyi hissettim. Sadece sesimdeki yorgunluğu anlayan biri olduğu için… Telefonda kısa bir sohbet ettik. Sonra kapı çaldı. Aynı kişi kapımdaydı.

Şaşırdım. Neden geldiğini sordum. “Rahatsız ettiysem gideyim” dedi. Ama o an kafam karmakarışıktı. Kal demek istedim, çünkü yalnızdım. Ama sonra içimden bir ses yükseldi: “Bu sen değilsin.” Ona teşekkür ettim, içeri aldım ama mesafemi korudum. Birkaç cümle ettikten sonra gitmesini rica ettim.

O gittikten sonra kendime uzun uzun baktım aynada. Ne istiyorum ben? Sevilmek mi? Değer görmek mi? Peki bunu başkasından aramak doğru mu? Hayır. Benim değerim kendimden geliyor olmalıydı. İçimdeki boşluğu başka biriyle değil, kendi gücümle doldurmalıydım.

Ertesi sabah eşimle oturduk. İlk kez sustuğum her şeyi anlattım. Kalbimde ne varsa döktüm. O da gözlerime baktı uzun uzun. İlk defa dinledi beni. Meğer o da çok zorlanıyormuş. İş stresi, gelecek kaygısı, ailesi… Ama en büyük hatası susmak olmuş. Biz birbirimize susarak zarar vermişiz.

Birlikte bir karar verdik: Yardım alacağız. Evliliğimizi kurtarmak istiyorsak ikimiz de çaba gösterecektik. Aile terapisine gittik. İlk başlarda zordu. Konuşmak, kabullenmek… Ama sonra birbirimizi yeniden tanımaya başladık. Benim hissettiklerimi duymayı, onun sessizliğinin ardındaki yorgunluğu görmeyi öğrendim.

Bugün hâlâ o evde birlikteyiz. Her gün mükemmel değil ama gerçek. Ben artık daha güçlüyüm. Bir kadının değeri, ona kimlerin iltifat ettiğiyle değil, kendine ne kadar dürüst kaldığıyla ölçülür.


Son Söz:

Eğer bugün genç bir kadına tavsiye verecek olsam derim ki:
Kendine saygı duy. Hissettiğin boşluğu biriyle değil, kendinle doldur. Sevgi istemek insanidir ama sınırlarını korumak, asıl güçlü olan odur. Aldığın her karar, seni sen yapan bir adımdır. Ve her adımda vicdanın sessizce sana yol gösterir. Dinle yeter.