Ben 56 yaşındayım

Doktorun yüzündeki o ifadeyi hiç unutmam. Dudakları titriyordu. Yanımdaki hemşire bana bakmamaya çalışıyordu. İçimde bir korku yükseldi.
— Ne oluyor, dedim. Çocuğuma bir şey mi oldu?

Doktor derin bir nefes aldı.
— Hanımefendi… size söylemesi çok zor… ama ortada bir bebek yok.

Bir an beynimden vurulmuşa döndüm.
— Nasıl yani? Ben dokuz aydır karnımda hissediyorum, hareket ediyor gibi… geceleri konuşuyorum… Her şey yalan mıydı?

Doktor başını eğdi.
— Sizi anlamak çok güç değil. Yıllardır çocuk hasreti çekmişsiniz. Bedeniniz, zihniniz… hepsi bir oyuna gelmiş. Bu tıpta çok nadir olur. “Yalancı gebelik” diyoruz biz buna. Vücudunuz hamilelik belirtilerini aynen yaşatmış… ama ortada hiç bebek olmamış.

O an içimdeki tüm ışık söndü. Sanki biri kalbime hançer sapladı. Ellerimi karnıma bastırdım, yıllardır beklediğim yavrumun boşluğunu hissettim. O koca karın… meğer umutla şişmiş bir yanılsamaymış.

Gözyaşlarım aktı, bağırmak istedim ama sesim çıkmadı.
— Ben… ben annelik sevinci yaşadım. Gece gündüz onunla konuştum. Peki ben neye sarılıyordum?

Doktor bana yaklaşarak sessizce,
— Siz aslında anne oldunuz, dedi. İçinizde yıllarca büyüttüğünüz sevgi var. Onu görmediğiniz çocuğunuza verdiniz. Ama şimdi kendinize vermeniz gerek.

O an anladım ki bazen mucizeler, bizim düşündüğümüz gibi olmazmış. Benim mucizem, kalbimdeydi. Çocuğum doğmamıştı belki ama ben, yıllarca anneliğin ne demek olduğunu yaşamıştım.

Hastane odasında yalnız kalınca karnımı okşadım, son kez fısıldadım:
— Seni görmedim yavrum… ama içimde büyüdün. Sen hep benim kalbimde yaşayacaksın.

Gözlerimden yaşlar süzülürken, ilk defa öyle derin bir sessizlik hissettim ki… İşte gerçek doğum, belki de o anda olmuştu.