Beyim hayattayken kimse bana laf söyleyemezdi

“Geldik Ana” Dedi…

Oğlum arabanın kapısını açtı, kolumdan tuttu, “İn ana” dedi. Uyku mahmuru gözlerimle etrafa bakındım. Sabahın ilk ışıkları yeni yeni belirmişti. Her yer ıssız, sessizdi. Ne bir ev, ne bir insan… Yalnızca rüzgârın yapraklara fısıldayan sesi.

“Burası neresi oğlum?” dedim, içime çöken endişeyi belli etmemeye çalışarak.

“Burası senin yeni evin ana,” dedi ve arabadan valizimi indirdi. “Ben seni buraya emanet edeceğim. Merak etme, burası iyi bir yer.”

Aklımdan binbir düşünce geçiyordu. “Beni huzurevine mi bırakacak? Yoksa… yoksa daha da mı kötü bir şey olacak?” Kalbim deli gibi atıyordu.

Tam o anda, ufukta eski ama bakımlı bir binanın kapısı açıldı. Yaşlı bir adam, bastonuna yaslanarak bize doğru yürüdü. Arkasından da birkaç kişi daha çıktı. Gülümseyerek yaklaştılar.

“Hoş geldiniz,” dedi yaşlı adam. “Biz Gönül Köyü’yüz. Yalnız kalan annelerimizin, babalarımızın, hayattan umudunu kesmiş büyüklerimizin yeni yuvasıyız.”

Oğlum cebinden birkaç kâğıt çıkardı, yaşlı adama verdi. Sonra bana döndü, “Ana, beni affet. Eşim seni evimize istemedi. Ama seni böyle bırakmaya da gönlüm elvermedi. Bu köyü duydum. İnsan gibi yaşanacak bir yer olduğunu söylediler. Umudun, neşen burada geri gelecek.”

İçim burkuldu. Yutkundum. Bir şey diyemedim.


Yeni Bir Hayat Başlıyordu

İlk günler çok zordu. Kalbim kırık, gözlerim yaşlıydı. Her sabah uyanınca evimi aradım, her akşam o yalnız odamı özledim. Ama sonra burada yaşayan diğer kadınları tanıdım: Fatma teyze, kocasını depremde kaybetmişti; Ayşe Hanım, çocukları yurt dışına göçmüş, tek başına kalmıştı; Zeynep nine, kendini bildi bileli yalnızdı zaten…

İçimizde yaralar vardı ama birlikte sarmaya başladık. Her sabah çiçekleri suladık, akşamları örgü ördük, türküler söyledik, gençliğimizi hatırlayıp kahkahalara boğulduk.

Buradaki gönüllüler bizimle ilgileniyordu. Her hafta bir genç gelir, bizden bir şeyler öğrenirdi. Kimi yemek yapmayı sorardı, kimi eski zaman masallarını…

Bir gün köyde bir etkinlik düzenlediler: “Hayat Dersleri Günü.” Hepimiz birer cümleyle hayattan ne öğrendiğimizi söyledik. Sıra bana geldiğinde şu sözler döküldü dudaklarımdan:

“İnsan bazen en sevdiklerinden yara alır. Ama unutmayın ki hayat sizi bir kapıdan çıkarırsa, başka bir kapıdan umutla içeri alır. Önemli olan, o yeni kapının tokmağını çalmaya cesaret etmektir.”

Salonda alkışlar yükseldi. O an anladım: Yalnız değilim. Acılarım değerli. Hikâyem birilerinin ilhamı olabilir.


Oğlum Tekrar Geldi

Aylar sonra bir sabah oğlum geldi. Yanında torunum da vardı. Beni görünce gözleri doldu. “Ana, seni böyle iyi görmek ne güzel,” dedi. “Beni affet. O gün seni buraya bırakırken çok kırdım. Ama artık her hafta seni ziyarete geleceğiz.”

Küçük torunum kucağıma atladı, “Babaanne, burası çok güzelmiş!” dedi. Elimle saçlarını okşadım, gözüm doldu.

O an anladım ki hayat bazen bizi bilerek savuruyor. Yaralıyor. Kırıyor. Ama o kırık yerlerden ışık sızıyor.


Hayatın Dersi

Hayatta her şey kontrolümüzde olmuyor. Evlatlar, hastalıklar, yalnızlık… Ama önemli olan nerede olduğumuz değil, nasıl hissettiğimiz. Kalbimizde sevgi olduğu sürece, her yer yuva olabilir.

Ve belki de en büyük ders şu:

“Sevgi bazen evlatta değil, komşunun oğlunda gizlidir. Yuva bazen doğduğun ev değil, sonradan kalbini açtığın yer olur.”


İşte şimdi ben, Gönül Köyü’nde her sabah kuş sesleriyle uyanıyorum. Kalbimde kırıklar azaldı, yerine umutlar eklendi. Belki evlatlarım yanımda değil, ama artık biliyorum: Ben yalnız değilim. Ve hayat, hâlâ bana öğretmeye devam ediyor.