Bir yıllık evliliklerinin ardından kocası her gece annesinin odasında uyuyordu Bir gece

ddede

O fırtınalı gecede, içinde bastıramadığı bir huzursuzluk vardı.
Dayanamadı… Arda’yı takip etmeye karar verdi.
Yavaşça kapıyı araladı… ve donakaldı.

Elif ve Arda, sıcak bir bahar akşamında, ailelerinin kahkahaları arasında evlenmişlerdi.
Arda tek çocuktu; annesi Nermin Hanım’a her zaman çok yakındı.
Nazik ve şefkatli Elif, kayınvalidesinin sevgisini kısa sürede kazanmıştı.

Ama düğünlerinden sadece bir ay sonra Elif garip bir şey fark etti:
Her gece, Arda yanında biraz vakit geçirdikten sonra “Uyuyamıyorum” diyerek sessizce annesinin odasına gidiyordu.

Başlarda Elif bunu önemsemedi.
Nermin Hanım, kocasını kaybettiğinden beri uykusuzluk çekiyordu; yanında birini hissedince huzur buluyordu.
Ama Elif’in aklında hep aynı soru vardı:
Neden Arda’nın yerine ben yanında kalamıyorum?
Neden tıbbi bir yardım almıyoruz?

Aylar geçti, sonra bir yıl…
Elif, kendi evliliğinde yavaş yavaş yalnızlaşmaya başladı.
Konu açıldığında Arda yalnızca yumuşak bir gülümsemeyle,
“Ne olur canım, annem yıllardır yalnız. Ben yanındayken rahatlıyor. Sadece birazcık daha sabır, olur mu?” derdi.

Ama “birazcık” denen o süre, yıllara uzandı.
Artık çocukları da olmamıştı.
Bazı geceler, Elif kilitli kapının ardında boğuk sesler duyardı — kimi zaman mırıltılar, kimi zaman ağlama sesleri.

Sorduğunda Arda sadece,
“Annem korkuyor, kendini güvende hissetmek için kapıyı kilitliyor,”
diye açıklardı.

Ama şüphe Elif’in yüreğine çoktan işlemişti.

Derken o yağmurlu gece geldi.
Arda yine aynı cümleyi söyledi:
“Annemin yanına biraz bakayım, hemen gelirim.”

Elif onu sessizce izledi.
Ve gördüğü şey, onu derinden sarstı.

Arda, annesinin yanında uyumuyordu.
Yatağın kenarında oturmuş, Nermin Hanım’ın titreyen elini tutuyordu.
Kadının sesi ince bir fısıltıyla çıkıyordu:
“Gitme… Lütfen gitme Ahmet… Tıpkı baban gibisin… Beni bırakma.”

Elif’in nefesi kesildi.

Ertesi sabah, gözyaşları içinde Arda’ya döndü:
“Dün gece seni gördüm, Arda. Lütfen… Gerçeği söyle.”

Arda sessiz kaldı.
Sonra kısık bir sesle,
“Annemin travması çok derin, Elif,” dedi.
“Herkes babamın bir kazada öldüğünü sanıyor ama… O aslında kendi hayatına son verdi. Büyük bir şirketin genel müdürüydü, bir yolsuzluk skandalına karıştı. Annem onu o halde buldu… O günden beri o anın içinde yaşıyor. Bazen beni o sanıyor. Doktorlar, yanında olmamın onu sakinleştirdiğini söylediler. Onu yalnız bırakamadım.”

Elif’in gözlerinden yaşlar süzüldü.

O günden sonra Elif, her sabah Nermin Hanım’la vakit geçirmeye başladı.
Beraber çay demliyor, çiçeklerden, komşulardan bahsediyor, onu yavaş yavaş bugüne döndürmeye çalışıyordu.

Bir öğleden sonra, Nermin Hanım birden sordu:
“Sen… Arda’nın eşi misin?”
Elif başını salladı.
Kadının gözleri doldu.
“Beni affet kızım… Sana acı çektirdim.”

Elif ağlayarak sarıldı ona.
İlk defa gerçekten bir bağ kurduklarını hissetti.

O gece, Elif bu kez kendi isteğiyle Nermin Hanım’ın yanında kaldı.
Kadın uykusunda ağlayarak uyandı.
Elif kollarını ona doladı ve fısıldadı:
“Benim, anne… Elif. Artık güvendesin. Kimse seni terk etmeyecek.”

Nermin Hanım titredi… sonra yavaşça sakinleşti.

Bir yıl sonra durumu gözle görülür biçimde iyileşti.
Daha çok gülüyor, isimleri hatırlıyor, kaygısı azalıyordu.
Elif doğum yaptığında, kızlarına Umut adını verdiler.
“Çünkü,” dedi Elif, “yıllar süren korkudan sonra artık biraz huzur var.”

Bir gün, Elif Arda’ya yazdığı bir mektupta şöyle dedi:

“Bir zamanlar her gece gittiğin o odadan nefret ederdim.
Şimdi biliyorum ki o oda, aslında sevginin ve sessiz bir fedakârlığın yeriydi.
Bana, iyileşmenin bazen en umulmadık yerlerde filizlendiğini öğrettin.”

Bu hikâye yalnızca sabır ya da fedakârlığın hikâyesi değil.
Bu, sevginin bazen sessizliğin ardında saklandığını,
ve bazen kurtarılması gereken şeyin bir başkası değil,
kendi kalbimiz olduğunu hatırlatan bir hikâyeydi.