Doğumhane o gün ana baba günü gibiydi

Doktor, yani yıllar önce beni yarı yolda bırakıp kaybolan adam, kollarında küçücük bedenin ağırlığını taşırken yüzü bembeyaz kesildi. O an zaman durmuştu sanki. Hemşireler bile şaşkınlıktan nefesini tutmuş, bakışlarını ondan bana çevirmişti.

— Söylesenize, dedim boğuk bir sesle, nefes nefese… Ne var?

O ise tek kelime edemedi. Sanki dili tutulmuştu. Yalnızca gözleri… O gözler ki, bir zamanlar bana dünyaları vaat etmişti, şimdi dehşet içinde bebeğe bakıyordu.

Hemşire dayanamayıp elinden aldı yavrumu. O an ben de bebeğimi görmek için doğrulmaya çalıştım. Göz kapaklarımı araladım, ellerim titreyerek uzandı. O minicik yüzü gördüğümde kalbim sıkıştı.

Çünkü oğlumun yüzü, yıllar önce beni terk eden o adamın yüzüyle tıpatıp aynıydı.

O anda her şey anlam kazandı. İçimde bir şimşek çaktı; yılların öfkesi, kırgınlığı, o tarifsiz acı hepsi birbirine karıştı. Ben sustum. Sustum ama gözlerimden taşan yaşları saklayamadım.

Doktor yutkundu, dudakları titreyerek açıldı:
— Bu… bu nasıl olur?..

Hemşireler şaşkın bakıyordu. O ise hâlâ bebeğe kilitlenmişti.

Ben ise hırıltılı bir nefesle konuştum:
— Hayat bazen insana unuttuklarını hatırlatır. Sen unutmuşsun belki… ama ben unutmadım.

Göz göze geldik. İçimde yıllardır biriken öfke, yerini tarifsiz bir sızıya bırakıyordu. O, sessizliğiyle bin pişmanlık anlatıyordu. Sanki yıllar önce bıraktığı boşluğu şimdi, küçücük bir beden doldurmuştu.

Bebeğim ağlamaya başladı. O incecik ses, odanın bütün sessizliğini yırttı. Hemşire yavrumu kucağıma bıraktı. Sıcağını göğsümde hissettiğimde gözlerim bu defa umutla doldu.

— Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, dedim içimden.

Doktor, başını önüne eğdi. Dudaklarından güçlükle çıkan tek kelime, yılların yükünü taşıyordu:
— Affet…

Ama ben cevap vermedim. Çünkü cevabı vermek için acelem yoktu. Artık sadece bana ait olan bir hayat ve kucağımda yeni bir başlangıç vardı.

O an anladım ki, bazen hayat en büyük intikamı, bir mucizeyle aldırır insana.