Evlatlarımın yanında değerim yokmuş

cddd

Benim adım Fatma. Yetmiş beş yılı geride bıraktım. Bu evin her taşında, her duvarında emeğim, alın terim var. Gençliğimi, sağlığımı bu yuvaya verdim. Ahmet’i büyütürken nice gece uykusuz kaldım, ateşler içinde çocuğumun başında bekledim. Eşim rahmetli olduktan sonra tek dayanağım oğlumdu. “Anne, ben varım,” demişti. O söze güvenmiştim. Ama meğer sözler de insan gibi yaşlanıyormuş, unutuluyormuş. O gün, Ayşe’nin o soğuk sözlerinden sonra elim ayağım kesildi. Yüreğimden bir şey koptu sanki. Torunum Emre hâlâ yanımda, elimi tutuyordu. “Nene, ağlama,” dedi minicik sesiyle. O an gözyaşımı tutamadım. Bir tek o küçücük yürek anlamıştı beni. Ama Ayşe’nin yüzü sertti, kararlıydı. “Fatma Teyze, haftaya evi düzenleyeceğiz. Sen de o zamana kadar bir yer bul,” dedi. Sanki yıllardır aynı çatıda yaşadığımızı unutmuştu. Sanki ben onların çocuklarına masal anlatan, hastayken sabahlayan, sevgiyle sarılan biri değilmişim gibi… Akşam olunca odama çekildim. Sessizce sandığımı açtım. İçinde yıllardır sakladığım birkaç hatıra vardı: Eşimle çekilmiş siyah beyaz bir fotoğraf, Ahmet’in ilk patiği, Ayşe’nin düğün davetiyesi, torunların doğum bilezikleri… Hepsine tek tek dokundum. Her biri bir anıydı, bir ömürdü. “Demek insan böyle terk edilir,” dedim içimden. Ama yine de kimseye beddua etmedim. Kalbim kırıldı ama kirlenmedi. Ertesi sabah sessizce çıktım evden. Ceketimi giydim, bastonumu aldım. Evden çıkarken kapıya son kez baktım. O kapıdan gelin geldiğimi, o kapıdan oğlumu askere uğurladığımı, o kapıdan torunlarımı kucağımda karşıladığımı hatırladım. Şimdi o kapı bana kapanıyordu. Sokakta hava soğuktu, rüzgâr yüzümü kesiyordu ama içimdeki sızı daha derindi. Parktaki banka oturdum. İnsanlar geçip gidiyor, kimse dönüp bakmıyordu. Düşündüm: “Demek yaşlanmak, görünmez olmakmış.” Bir süre sonra yanımda küçük bir çocuk belirdi. Elinde simit vardı. “Teyze, ister misin?” dedi. Gözlerim doldu. “Yok evladım, sağ ol,” dedim ama o ısrar etti. Bir lokma simidi uzattı. O minicik hareket, günlerdir duymadığım bir merhamet gibiydi. O akşam yaşlılar derneğinden tanıdığım bir komşuya gittim. “Kalacak yerim yok,” dedim. Gözlerim doluydu. O, hiç sorgulamadı, elimi tuttu. “Gel, bizde kal,” dedi. O an anladım, gerçek ev duvarlardan değil, yüreklerden kuruluyormuş. Şimdi küçük bir odadayım. Penceremden gün doğumunu izliyorum. İçimde hâlâ sızı var ama aynı zamanda huzur da var. Çünkü artık kimsenin gölgesinde değilim. Ahmet’i, Ayşe’yi, torunlarımı affettim. İnsan affedince hafifliyormuş. Ama bir vasiyet bıraktım: Bu dünyadan göçtüğümde, yıllarca biriktirdiğim o küçük mirasım, sokakta aç kalan yaşlılara, sahipsiz çocuklara gidecek. Çünkü ben sevgiyi evlatlarımda bulamadım ama bir lokma simidi paylaşan o çocuğun gözlerinde buldum.