Evlenmek tek hayalimizdi

Ertesi gün, hava ne soğuktu ne sıcak… Ne varsa sanki havada asılıydı da kimseye dokunmuyordu. İçimde tuhaf bir huzur vardı, heyecanla karışık bir umut. Ablamla onu tanıştıracağım diye sabahın köründe uyanmıştım, saçımı kaç kez taradım bilmiyorum, her baktığım aynada başka bir yüz gördüm sanki. O, vaktinde geldi. Üstünde o bildik gömleği, saçları yine dağınık ama kendine has, burnunun ucunda o sevimli gülümsemesi. Ablamla karşı karşıya geldiklerinde biraz gerginlik olduysa da çok sürmedi. Ablam gülümsedi, elini uzattı, “Hoş geldin delikanlı” dedi. Oturdular, konuştular, hatta birkaç kez kahkaha attıklarını duydum mutfaktan. O an içimden “Bu iş olacak galiba” dedim. Ama işte… her şey de o gün başladı. Tanışmalarının üzerinden birkaç gün geçmişti. Ablamdan bir haber yoktu ama onunla aramızda bir şeyler değişmeye başlamıştı. Önceden her mesajı heyecanla atan o, artık birkaç saat geçtikten sonra dönüyordu. Görüşmek istediğimde yorgunum diyordu. O, duygularını içine saklamaya çalışan biri değildi. Ama bu farklıydı, bir şey vardı. Sonunda dayanamayıp sordum: — “Bir sorun mu var? Artık benimle aynı heyecanı paylaşmıyor gibisin…” Bir süre sessiz kaldı. Gözleri yere bakıyordu. — “Seninle ilgili bir şey değil bu. Sen hâlâ aynı güzelliktesin ama hayat… hayat çok aceleye geldi.” Ne demek istediğini anlayamamıştım. İçimden bir korku yükseldi ama bastırdım. Ablamla konuştum o akşam. — “O eskisi gibi değil abla, bir şey var ama bilmiyorum ne…” Ablam gözlerimin içine uzun uzun baktı. İlk defa bana bir şey saklıyormuş gibi hissettim. Sonra başını eğdi. — “Bak, seni çok seviyorum. Ama senin iyiliğin için bazen bazı şeyleri hemen anlayamazsın. Zamanla öğrenirsin… Sabret biraz.” Bu cevabın beni daha çok düşündürdüğünü, geceleri uykusuz bıraktığını nereden bilebilirdi? Günler geçti. O, artık nadiren görüşmek istiyordu. Bir gün mesaj attı: — “Kafam çok karışık. Belki biraz ara vermeliyiz…” İşte o an dünya başıma yıkıldı sandım. Ellerim titredi. “Ne oldu bize?” demek istedim ama kelimeler çıkmadı. Yazamadım. Ablam bir akşam yanıma geldi. Oturdu, uzun süre sessiz kaldı. Sonra cebinden bir mektup çıkardı. Onun el yazısıydı.
“Seninle evlenmek istedim, çünkü seni gerçekten sevdim. Ama ablanla konuştuktan sonra fark ettim ki ben sadece sevmeyi biliyorum, sorumluluğu değil. Ablan bana seni ne kadar incitmemem gerektiğini anlattı ama ben içimde bir korkuyla büyüdüm. Babam gibi olamam diye düşündüm hep. Yarım bir adamım ben. Bunu senden değil kendimden korumak için gidiyorum.”
Gözlerim mektuptaki her harfe takılırken, kalbim kırık bir cam gibi sızlıyordu. Ablam sessizce elimi tuttu. — “Onu suçlama. Belki de hayat senin için başka bir yol hazırlıyor. Belki de bu, büyümenin acısı.” Zaman geçti… Aylar oldu. Ben o gün çok ağladım. Ama sonra… yürümeyi öğrendim. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı, kendi iç sesimi dinlemeyi, ve en önemlisi: sevmenin bazen gitmekle eşdeğer olduğunu. Ablamla bir akşam çay içerken bana döndü: — “Biliyor musun, bazen birini tanımak için aşık olmak yetmez. Bazen o insanın korkularını da sevmen gerekir. Ama senin kalbin hâlâ ışıl ışıl. Bu kalbi bir gün biri çok kıymetli görecek, ben buna eminim.” Ve öyle oldu. Aylar sonra bir kafede kitap okurken biriyle tanıştım. Ne bir aşk filmi gibiydi, ne de büyük bir kıvılcım. Ama içimde hafif bir sıcaklık hissettim. Tanımadan sevmenin değil, tanıdıkça büyüyen bir sevginin başlangıcıydı bu… Ve ben o gün anladım ki, bazen bir hikâye bitmez, sadece yön değiştirir.
Son yorumlar