Evsiz bir çocuğun yaptıkları

Çocuğun sesi titriyordu ama bakışları kararlıydı. “Amca… Bir kadın yemeğinle oynadı. Garson bakmazken içine bir şey döktü.” Murat şaşkınlıkla göz kırptı. “Bir kadın mı? Neye benziyordu?” “Ellerinde kırmızı oje vardı. Güneş gözlüğü takıyordu. Garsona senin asistanın olduğunu söyledi.” Murat kaşlarını çattı. Asistanı şehir dışındaydı. Baş güvenlik görevlisine sessizce eğildi. “Bu tabağı laboratuvara götürün. Her şeyi test edin.” Bir saat içinde sonuçlar geldi. Balığın içinde, neredeyse tespit edilmesi imkânsız, birkaç dakika içinde öldüren nadir bir nörotoksin vardı.
Murat’ın yüzünden bütün kan çekildi. Güvenlik kameraları incelendi. Krem renkli bir palto ve koyu gözlükler takmış bir kadın, mutfağa kısa bir an için giriyordu. Görüntü büyütülünce Murat’ın kalbi duracak gibi oldu. Kadın, eşi Aylin Yılmazdı. O gece Murat, çalışma odasında pencereden savrulan karı izleyerek oturdu. Elindeki viski dokunulmamıştı.
On yıllık evlilik. Paylaşılan kahkahalar. Yardım geceleri. Ve tüm bunların altında — bu mu vardı? Baş güvenlik görevlisi içeri girdi. “Efendim… Aynı maddeyi Aylin Hanım’ın arabasında da bulduk. Evi üç saat önce terk etmiş.
Bir çanta alıp gitmiş.” Murat’ın çenesi sıkıldı. “Onu bulun.” Sonraki günlerde gerçekler bir kâbus gibi ortaya çıktı. Offshore hesaplar. Gizli para transferleri. “Avrupa’da yeni bir başlangıç” diye özel bir bankacıya gönderilmiş e-postalar. Her şey saatine kadar planlanmıştı. Ama tüm kargaşa içinde Murat’ın aklında tek bir görüntü kalmıştı:
Hayatını kurtaran o titrek çocuk. Çocuğun adı Ali’ydi. Hasta annesiyle birlikte birkaç sokak ötede terk edilmiş bir otobüs durağında yaşıyordu. O gece Murat onları ziyaret etti. İçeride hava soğuktu, betonun rutubet kokusu ağırdı.
Ali’nin annesi özür dilemeye çalıştı. “Çok özür dilerim beyefendi… Bazen düşünmeden bağırıyor.” Murat diz çöktü. “Hayatımı kurtardı. Bana hiçbir borcunuz yok.” Battaniyenin arkasından Ali başını çıkardı. “Kötü kadın gitti mi?”
“Evet,” dedi Murat yumuşak bir sesle. “Artık kimseye zarar veremeyecek.” Ertesi sabah, polis Aylin Yılmaz’ı Eskişehir dışında özel bir hangarda sahte bir kimlikle uçağa binmeye hazırlanırken yakaladı. Sorguda kırıldı, hıçkırıklar arasında itiraf etti — kıskançlık, hırs, öfke… “Sadece kaçmak istedim,” dedi. “Bu kadar ileri gitmek istemedim.” Ama istemişti. Haftalar geçti. Manşetler günlerce aynıydı: “Milyarder İş İnsanına Suikast Girişimi: Eşi Tutuklandı!” Murat röportaj tekliflerini reddetti. Acınmak istemiyordu. Bunun yerine gerçekten önemli olana yöneldi — Ali ve annesi.
Anneye tıbbi tedavi ayarladı, küçük bir ev tuttu ve Ali için okul kaydı yaptırdı. Ziyaret ettiğinde Ali’nin gözleri merakla parlıyordu. “Murat Amca, uçaklar nasıl havada duruyor? Bilgisayarlar birbirine nasıl konuşuyor?” Murat gülümsedi. “Zekân çok iyi. Hiç bilim okumayı düşündün mü?” Ali mahcup bir şekilde başını salladı. “Çok isterim ama okul masrafı…” “Artık düşünmene gerek yok,” dedi Murat. Aylar geçtikçe, Murat’ın evi yavaş yavaş eskisinden daha sıcak bir hâl aldı. Ali hafta sonları sık sık ziyarete geliyor, sessiz malikâne yeniden hayat doluyordu.
Bir akşam, kar yağarken yılbaşı ağacını süslüyorlardı. Ali, aniden sordu: “Murat Amca… Eşin neden sana zarar vermek istedi?” Murat çam ağacının ışıklarının yanıp sönmesine baktı. “Bazı insanlar paranın peşinden o kadar koşar ki sevgiyi unutur. İçleri boşalır… Sonra karanlık işler yaparlar.” “Bu çok üzcü,” dedi Ali kısık sesle. “Evet,” diye karşılık verdi Murat, hafifçe gülümseyerek. “Ama bana önemli bir şey öğretti — aile, kan bağıyla değil, zor zamanlarda yanında kalanlarla olur.” Bir yıl sonra Aylin Yılmaz, on beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Murat duruşmaya sadece bir kez katıldı. Karar açıklandığında yalnızca “Hoşça kal,” diye fısıldadı. Aynı gece, şehir karla kaplıyken Murat eve döndü. Ali şöminenin yanında onu bekliyordu. Elinde bir resim vardı: güneşin altında duran üç kişi — Murat, Ali ve Ali’nin annesi. “Bu senin ailene mi ait?” diye sordu Murat gülümseyerek. Ali kocaman bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Bizim.” Murat’ın göğsü sıkıştı. Eğilip çocuğu sardı.
Bir zamanlar sessizliğin yankılandığı o kocaman ev artık sıcaklık, kahkaha ve ikinci bir yaşam şansıyla doluydu. Ve bazen Murat akşam yemeği için masaya oturduğunda, hâlâ o küçük sesi duyar gibi oluyordu: “Onu yeme!” Hayatını kurtaran… ve ona yeni bir anlam veren çığlık.

Son yorumlar