Hanımımı kaybettim

www

Başlangıçta sessizlik hâkimdi. O gece yaşananların ardından evdeki hava buz gibi kesilmişti. Oğlum Hasan, sessizce karısının elinden ibriği aldı. Gözleri bir başka bakıyordu artık, içine sinmeyen bir şeylerin olduğunun farkındaydı. Ben, yanık ellerimi avuçlarımın içinde saklamaya çalışıyordum. Acı sızlasa da dilimi ısırıyordum, oğlumun huzuru bozulmasın diye. Ama bu kez susturamadım kalbimi.

Hasan, usulca yanıma gelip yere oturdu. “Baba, aç ellerini,” dedi. Gözleri ellerime değdiğinde rengi değişti. Derimin suyla temas eden yerleri kıpkırmızıydı, bazı yerlerde kabarcıklar oluşmuştu. Kaşlarını çatıp karısına döndü.

“Ne oldu burada?” diye sordu tekrar, ama bu kez sesi titriyordu.

Gelin, başını eğdi, mahçup bir ifade takınmaya çalıştı. “Su biraz sıcaktı, bilmeden…”

“Bilmeden mi?” Hasan’ın sesi yükseldi, içinde bastırılmış bir öfke vardı. “İki defa döktün! İnsan birincisinden sonra dikkat eder.”

Ben yine araya girdim. “Oğlum, büyütme. Kazaydı. Allah’tan gelen her şeye razıyız biz.”

Ama Hasan bu kez susmadı. Ellerime baktı, sonra yüzüme. “Baba, bu ilk değil…”

Donup kaldım. Demek o da farkındaydı. Demek gönlümün acılarını gören sadece ben değildim. Hasan ayağa kalktı, ibriği mutfağa bıraktı. Gelinine bir şey söylemeden yukarı çıktı. Evde geriye bir tek ben ve gelin kaldık.

Gelin sessizce yaklaştı. “Kusura bakma, sinirim bozulmuştu,” dedi. “Sen de hep onun tarafını tutuyorsun.”

Onun kim olduğunu anlamıştım. Annesi. Benim merhume karım. O gece uzun uzun düşündüm. Bu evde artık duramazdım. Sabah erkenden kalktım, seccadeyi serdim, kıbleye döndüm. Ellerim hâlâ acıyordu ama dualarım kuvvetliydi. Rabbimden bir çıkış yolu istedim. Gözlerim dolu dolu, yanık avuçlarım göğe açık, huzur istedim.

Kahvaltıya inmediğimde Hasan yukarı çıktı. “Baba nasılsın?”

“İyiyim oğlum. Biraz dinleneyim yeter.”

O gün akşam olana dek odadan çıkmadım. Hasan birkaç defa gelip baktı. Gelin hiç gelmedi. Gece olduğunda Hasan içeri girdi. Elinde küçük bir çanta.

“Baba, seni buradan götüreceğim,” dedi. “Anne sağken seni bir gün bile yalnız bırakmadı. Şimdi ben seni yalnız bıraktım. Ama artık yeter. Hadi gidelim.”

Gözlerim doldu. Gidecek yerimiz yoktu. Ama oğlumun kararlılığı beni şaşırttı. “Nereye gideceğiz oğlum?”

“Annemin doğduğu köye. Eski ev hâlâ duruyor. Kimse oturmuyor. Onarıp yaşanır hâle getireceğim. Yalnız değilsin baba.”

Yola çıktık o gece. Sessizce. Geride ne kırgınlıkları, ne yanıkları bıraktık. Yollar uzun, geceler serin, ama umut içimizdeydi.

Köye vardığımızda güneş doğuyordu. Eski ev toz içindeydi ama dimdik ayaktaydı. Bahçede sarmaşıklar duvarlara tırmanmış, pencereler zamana direnir gibiydi. Hasan hemen işe koyuldu. O eski köy evini kısa sürede yaşanır hâle getirdi.

Günler geçtikçe ellerim iyileşti. Ama içimdeki burukluk kolay kolay dinmedi. Hasan her gün sabah erkenden kalkıp çevreyle ilgileniyor, bana hep neşeyle yaklaşıyordu. “Baba, hayat devam ediyor,” derdi.

Bir gün köy kahvesine indim. Eski bir dostumla karşılaştım. Ali. Lise yıllarında çok iyi dosttuk. Gözlerime baktı, hemen tanıdı. Kucaklaştık. Konuşmaya başladık.

Ali yalnız yaşıyordu. Karısı vefat etmişti. Çocukları şehirdeydi. İki yalnız adam, eski günlerin hatırına, yeni bir dostluk kurduk. Akşamları birlikte çay içiyor, geçmişi yâd ediyorduk.

Bir gün köye bir haber geldi. Hasan’ın karısı kaybolmuştu. Kardeşi aradı. “Abi, ablam üç gündür yok. Polis her yerde arıyor.”

Hasan telefonda sadece, “Allah yardımcısı olsun,” dedi. Bir şey anlatmadı ama ben o gece onun odasında ağladığını duydum.

Günler geçti. Bir sabah polis geldi köye. “Hasan Bey burada mı?” dedi. Hasan çıktı dışarı. Ellerini uzattı. “Benim.”

“Sizinle merkezde görüşmemiz gerek. Kayınvalidenizin ifadesine göre karınız evi terk etmeden önce size bir not bırakmış. Ve notta bazı iddialar var.”

Hasan gözlerime baktı. “Baba, ben gitmeliyim. Merak etme, yakında dönerim.”

O gidiş uzun sürdü. Polis Hasan’ı gözaltına aldı. Suçlamalar hafifti ama yeterince ciddiydi: psikolojik baskı, terk etmeye zorlama, aile içi huzursuzluk…

Ben o sırada köyde yalnız kaldım. Ali her zamanki gibi yanımdaydı. Ama yüreğim evlat hasretiyle kavruluyordu. Günler geçtikçe Hasan’dan mektuplar gelmeye başladı. Ceza almadı ama mahkeme kararıyla bir süre şehir dışına çıkmaması gerekiyordu. Yeni bir iş bulmuştu. “Baba, orada biraz çalışayım, sonra seni yanıma alacağım,” diyordu.

Yalnız geçen o aylarda köyde herkes beni tanıdı. Caminin yanında her sabah namazına ilk gelen bendim. İnsanlar yavaş yavaş dertlerini benimle paylaşır oldu. Muhtar bir gün bana geldi. “Amca, seni azamız yapmak istiyoruz,” dedi. Gülümsedim. “Ben yaşlıyım, ne işim olur idareyle?” dedim.

Ama kabul ettim. Çünkü yalnızlığımı paylaşıma dönüştürmenin başka bir yoluydu bu. Artık köyün huzuruyla ilgileniyordum. Evde yanık ellerimi değil, artık başkalarının yanan kalplerini sarıyordum.

Aylar sonra bir sabah Hasan çıkageldi. Yanında genç bir kadın ve küçük bir çocuk vardı. “Baba, bu Asiye. Yeni iş yerinde tanıştım. Bu da oğlu Mehmet. Onlarla bir hayat kurmaya başladım. Ama sensiz olmazdı.”

Asiye usulca yaklaştı. “Sizin ellerinizin izi var oğlunuzun kalbinde. Ben sizin dualarınızın kıymetini biliyorum.”

O an gözlerimden yaşlar süzüldü. Yeni bir hayat başlamıştı. Ve ben geçmişte kalan acılarla değil, bugünle yaşamaya başlamıştım. Elime dökülen o su… belki de bir sınavdı. Şimdi o yanık ellerimle torunumu sevecek, hayatın sıcaklığını yeniden hissedecektim.

Ve içimde bir ses şöyle diyordu:

“Hikâyenin en acı yeri, bazen en sağlam başlangıç olur.”

Hayat devam ediyordu…