Herşey telefonla başladı

ddd

Herşey bir telefonla başladı, evliligim iyi gidiyordu, eşimle çocuk istiyorduk ama olmuyordu. Çocuk olmayınca eşim benden uzaklaşmaya başladı, akşamları geç geliyordu, benimle sohbet bile etmiyordu. Kendimi çok yanliz hissetmeye başlamıştım. Bir gece kapı çaldı, eşim sarhostu, arkadaşları kollarından tutmuş zor getirmislerdi.

Eşimle beraber arkadaslarida girdi içeri. Eşimi yatak odasına götürdük yatırdık. Daha önce de birkaç defa görmüş olduğum arkadaşı bana, yenge istersen telefonumu vereyim Bi sorun olursa beni ararsın gelirim dedi, çok yakın ve samimi davranması hoşuma gitti, tabi olur dedim aldim numarasını, birkacgun sonra evde yine yalnızdım aklıma farklı şeyler gelmişti kendime engel olamadım..

Evde yalnızdım. Duvardaki saat tik tak sesleriyle sabrımı delik deşik ederken, salonda televizyon açık olmasına rağmen beynimde yankılanan sessizlik, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Parmak uçlarım koltuk kenarına vurarak ritim tutuyordu; bu, sabırsızlığımın dışa vurumuydu belki de. Eşim yine yoktu. Bu defa nereye gittiğini bile söylememişti. Telefon elimdeydi. O gece numarasını verdiği arkadaşının adını rehberime “Mert” olarak

kaydetmiştim. Evet, adı Mert’ti. Gözüm istemsizce onun ismine takıldı. İçimde bir şey kıpırdanıyordu. O geceki bakışları, “bir sorun olursa” deyişi, sanki çok daha fazlasını söylüyordu. Kadın içgüdüsü derler ya, bazen bir söz, bir göz, bin kelimeden fazlasını anlatır. Kendime engel olamıyordum. Sanki bir şey beni itiyordu. Belki yıllardır ihmal edilmenin, yalnız bırakılmanın, her geçen gün yok sayılmanın ağırlığı omuzlarıma o kadar yük binmişti ki… Bir ses duymak istiyordum. Bir sıcaklık, bir ilgi… Parmağım, Mert’in isminin üzerine geldi. Kalbim deli gibi atmaya başladı. “Sadece nasılsın diyeceğim, bu kadar…” diye fısıldadım kendi kendime ve arama tuşuna bastım. İki çalma sesi sonra açıldı telefon. “Yenge? Her şey yolunda mı?” dedi telaşlı ama bir o kadar yumuşak bir sesle. Yutkundum. “Aslında…

sadece biraz konuşmak istedim.” Bir an sessizlik oldu. Sonra gülümsediğini hissettim. “Tabii, ne zaman istersen. İstersen geleyim, konuşmak daha iyi gelir.” Kalbim bir an duracak gibi oldu. “Yani, bu saatte? Şey… olur mu bilmiyorum…” “Sen ne dersen o. Ama yalnızsan ve konuşmak istiyorsan, sana kulak vermek isterim.” Bir saat sonra, Mert salondaydı. Üzerinde sade bir tişört, elinde kahve ve çikolata vardı. “Bir dost hediyesi,” dedi gülümseyerek. İlk başta sadece dertleştik. Evliliğimden, eşimin değişen tavırlarından, hissettiğim boşluktan bahsettim. Sessizce dinledi, yargılamadan, lafımı kesmeden. İlk defa biri beni bu kadar dikkatle dinliyordu. Sözleriyle değil, sessizliğiyle

sarıyordu beni. Saatler ilerledikçe kahveler bitti, çikolata tükendi ama Mert gitmedi. Gitmesini istemedim. Onun da gitmek gibi bir niyeti yoktu sanki. Göz göze geldiğimizde zaman duruyordu. Birkaç saniye, belki bir ömür gibiydi. O an, içimde yıllardır unuttuğum bir kadınlık hissi uyanmıştı. “Yalnız olduğunu bilmek beni rahatsız ediyor,” dedi. “Ben de kendimi ilk defa bu kadar yalnız hissediyorum,” dedim gözlerim dolarak. Bir adım attı, sonra bir adım daha… Omzumun üzerine elini koydu, yavaşça başımı okşadı. İçimde bir şeyler yıkılıp yeniden kuruluyordu. Gözlerimi kapattım, ne olacağını bilmiyordum ama olmak üzere olan şeyin bir dönüşü olmadığını hissediyordum. O gece hiçbir şey yaşanmadı. Ama o gece, her şey başladı. — Günler geçtikçe Mert’le konuşmalarımız sıklaştı. Bazen

sabaha kadar mesajlaştık. Eşim her zamanki gibi geç geliyor, bazen eve uğramadan sabahlıyor, telefonuna bile cevap vermiyordu. Ben ise artık yalnız değildim. İçimde bir sır büyüyordu. Ve o sır, beni hayatta tutan tek şey olmuştu. Bir akşam Mert’le sahilde yürürken, bana döndü ve “Bu böyle nereye kadar gidecek?” dedi. Yutkundum. “Ne demek istiyorsun?” “Yasak bir bağ kurduk. Herkes uyurken biz bir başka hayatın hayalini yaşıyoruz. Ama gerçeklik farklı.”

Sessiz kaldım. Çünkü haklıydı. Ama kalbim başka bir şey söylüyordu. “Ona aşık değilim artık,” dedim. “Hatta belki hiç olmamışım. Ama sana… ne hissettiğimi bilmiyorum. Sadece… içim huzurlu seninleyken.” Gözlerimin içine baktı. “Ben senin kalbini taşıyabilecek biri değilim belki. Ama bir ömür boyu korumak isterim.” İşte o cümle, içimdeki duvarları yıktı. O gece ona sarıldım. Uzun, sessiz, sakince… Kollarında ağladım. O ise sadece tuttu beni. Hiçbir şey istemedi. Bu, bana yetti. — Ama hayat böyle huzurlu anları uzun süre barındıramazdı içinde. Bir sabah, eşim evdeyken banyoya telefonunu şarjda bırakmıştı. Mesajlar ekrana düşüyordu. Elim istemsizce uzandı. Gözlerim bir kadının adını yakaladı. Sonra bir mesaj: “Bu geceyi unutamam… yine ne zaman görüşürüz?” Bacaklarım titredi.

Boğazıma koca bir düğüm oturdu. Tüm vücudum buz kesmişti. O an anladım ki; ben sadece yalnız bırakılmamıştım, aldatılmıştım da. Artık vicdan azabı hissetmiyordum. Mert’e olan yakınlığım bir kaçış değil, hak edilmiş bir sevgiye yolculuktu. Eşimle yüzleşmeye karar verdim. Akşam geldiğinde karşısına geçtim. Telefonu eline verdim. “Bunun açıklaması var mı?” dedim. Yüzü bembeyaz oldu. İnkar etmeye çalıştı. Bağırdı. Suçu bana attı. “Senin yüzünden oldu!” dedi. “Çocuk yapamadın, uzaklaştım!” İşte o an içimdeki tüm bağlar koptu. “Sen beni değil, sadece kendini

sevdin,” dedim. “Ben yalnızken de sadıktım. Ama artık değilim. Çünkü artık seni sevmiyorum.” Ve çıktım evden. Hiç arkamı dönmedim. — Mert beni kapıda karşıladı. O anı unutamam. Yüzünde hüzün ama içinde umut vardı. “Karar verdin mi?” diye sordu. “Elimde değil. Kalbim çoktan seni seçti,” dedim. Sarılırken gözlerimden yaşlar aktı. Bu bir son değildi. Yeni bir hayatın başlangıcıydı. Hayat, bazen en büyük acıları yaşarken en gerçek sevgiyi karşına çıkarır. Ben kaybolduğumu sanmıştım ama aslında kendimi bulmuşum.