Kapı açılınca gördüklerim

2q

Kapı yavaşça açıldı. İçeriden yumuşak bir ışık dışarı süzüldü. Gecenin o saatinde o kadar sessizdi ki, kalbimin çarpışını bile duyabiliyordum. Zile basan eşim başını hafif eğmiş, gözlerini kapının aralığına dikmişti. Kapı tam açıldığında, içeride beliren silüet bir an donuk kaldı. Ardından iki el birden yüzüne kapandı. O an, zaman bir saniyeliğine durdu.

İçimde garip bir ürperti yükseldi. Kapıyı açan kadın yüzünü saklamıştı ama vücut dili çok tanıdık gelmişti. Eşim bir adım geri çekildi, adeta tokat yemiş gibiydi. O da aynı şekilde ellerini yüzüne kapattı. İkisi de beni görmemişti. Hâlâ taksinin arka koltuğunda, hafif perdeli camın ardından onları izliyordum. Elimi kapı koluna götüresim geldi, inip bağırmak, hesap sormak istedim ama yapamadım. Sadece izledim. Gözlerim yavaş yavaş sulanıyordu. Ama gözyaşlarım akmadı. Dondu. İçimde bir şey kırılmıştı. Ama bu kırılma sessiz bir çatırtı gibi, ruhumun derinliklerinde yankılandı.

Kadın kapıyı açtıktan sonra hızla içeri çekildi. Eşim arkasından içeri girdi. Kapı kapandı. Taksici dönüp bana bakmadan, “İnecek misiniz hanımefendi?” diye sordu. Sessizce “Hayır” dedim. “Gidelim.”

O gece sabaha kadar gözüme uyku girmedi. Beynimde sürekli o sahne dönüp duruyordu. Yüzünü net görememiştim ama bir his, bir içgüdü, tanıdık bir titreşim içimi kaplamıştı. O kadını tanıyordum. Ama nereden? Kimdi?

Ertesi sabah tüm cesaretimi toplayıp eski telefonlarımızdan biriyle eşimin konum geçmişine baktım. O evin adresini kaydettim. Google’dan baktım, sokak görünümünden evin ön cephesini doğruladım. Ardından bölgedeki mülkiyet kayıtlarına ulaşmak için biraz araştırma yaptım. Sahip olarak kayıtlı isim: Melek Aydın.

İçim buz kesti. Melek Aydın… Bu ismi çok iyi biliyordum. O benim lise sıralarından sınıf arkadaşım, bir zamanlar sırdaşım, sonra aniden ortadan kaybolan eski dostumdu. Yıllardır görüşmemiştik. Ne olmuştu da şimdi hayatımın ortasına, bu şekilde düşmüştü?

Ertesi gün çocukları okula bıraktıktan sonra Melek’in evine doğru yola çıktım. Bu kez taksiyle değil, kendi arabamla. Güneş parlıyordu ama içimde kasvetli bir bulut dolaşıyordu. Arabayı birkaç sokak öteye park ettim ve evin karşısındaki kafeye oturdum. Perdesi aralık olan pencereye gözüm takıldı. İçeride siluetler belli belirsiz hareket ediyordu. İçeriye girip yüzleşmek istedim. Ama acele etmeyecektim. Bu işin içinde daha derin bir şey vardı, hissediyordum.

Bir gün, iki gün… Her gün o evin önünden geçtim. Geceleri aynı saatte eşim geliyordu. Melek kapıyı açıyor, yine aynı şekilde yüzünü saklıyordu. Bu, bir tesadüf olamazdı. Suçlulukları yüzlerinden okunuyordu. Ama sadece bir aldatma değildi bu. Bu kadının neden şimdi ortaya çıktığını, nasıl eşimle yakınlaştığını öğrenmeliydim.

Üçüncü gün, Melek evden çıktı. Onu takip ettim. Bir pastaneye girdi. Bekledim. Beş dakika sonra yanına bir kadın daha geldi. Oturdular. Kahve söylediler. Ben de içeri girdim. Sessizce yaklaştım. Kulak misafiri oldum.

“On sekiz yıl ya… Kadıncağız darmadağın olacak,” dedi gelen kadın.

Melek başını eğdi. “Ben istemedim böyle olsun. O bana geldi. Eski defterler açıldı. O zaman da seviyordum. Hiç unutamamışım. Ama… ama böyle bir şey olacağını düşünmemiştim.”

“Yine de yazık. Hem ona hem çocuklarına.”

Melek gözlerini silerken bir şey söyledi, tüylerim diken diken oldu:

“Zaten bu kadın her şeyi elimden almıştı. Gençliğimizi, ailemi… şimdi ben onunkini aldım.”

O an beynimden vurulmuşa döndüm.

Hikaye çocukken başlamıştı demek… Melek, o zamanlar da içten içe bana öfke duyuyormuş. Sınıfta öğretmenlerin beni övmesi, annemin onu bana örnek göstermemesi, sonra benim üniversiteye gidip iyi bir eş, iyi bir anne olmam… Hepsi birikirken o kendi hayatında kaybolmuş, yalnızlaşmış, sonra tesadüfen eşimle karşılaşmış ve intikam duygusuyla hareket etmişti.

Ama neden şimdi? Neden bu kadar geç?

O akşam eve döndüm. Eşime hiçbir şey söylemedim. Yine gayet normal, neşeli, her şey yolundaymış gibi davrandım. İçimdeki acıyı içime gömerek planımı hazırlamaya başladım.

İlk iş, çocuklarımı korumak olacaktı. Onlara bu travmayı hissettirmemeliydim. İkinci olarak, boşanmayı ben başlatacaktım. Ama öyle bir şekilde olmalıydı ki, tüm gerçeği ortaya çıkaracak, eşimi ve Melek’i herkesin önünde yüzleştirecekti.

Bir hafta boyunca sessizce hazırlık yaptım. Bir avukata gittim, delillerimi sundum. Tanık olarak konuşabilecek kişileri belirledim. Melek’in konuşmalarını gizlice kaydetmiştim. Hepsini topladım. Eşim hiçbir şeyden habersiz, Melek’le buluşmaya devam ediyordu.

Sonunda büyük gün geldi. Eşim eve geldiğinde onu salona davet ettim. Masanın üzerine bir zarf bıraktım.

“İmzalamanı istediğin dilekçe değil mi bu?” dedim.

Başını eğdi. “Evet…”

Zarfı açtı. İçinden boşanma dilekçesi değil, Melek’in ses kayıtları, fotoğraflar ve mülkiyet belgeleri çıktı.

Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Gözleri büyüdü. “Bunlar… bunları nereden buldun?”

“Sen bana hayatımı yaktın diyecektin ya… ben sana sadece gerçeği gösteriyorum. Bu bir aşk değil, bu bir intikam.”

Sessizlik oldu. Sonra yavaşça çöktü sandalyeye. Gözleri dolmuştu. Ama bu gözyaşlarının artık benim için bir anlamı yoktu.

Boşandık. Sessiz, ama çok şey anlatan bir mahkeme günüydü. Melek duruşmaya gelmedi bile. Avukatı temsil etti onu. Eşim tek kelime etmeden imzaları attı.

Ben? Küllerimden doğmayı seçtim. Kendimi yeniden inşa ettim. Çocuklarım için, kendim için, artık her kim olacaksam onun için. Kalbimin kırık yerlerinden sızan ışıkla.

Ve bazen hâlâ düşünüyorum…

Kapıyı açan kişinin elleriyle yüzünü kapatması sadece bir utanç değilmiş. Aynı zamanda geçmişte saklı kalmış, yıllar sonra gün yüzüne çıkan karanlık bir sırrın yankısıymış.