Kayınvalidem vefat ettikten sonra

Kayınpederimin üzeri battaniyeyle örtülüydü. Yerde, kanepenin hemen dibinde öylece yatıyordu. Gözlerimi açtığımda önce nerede olduğumu anlamadım, başım hâlâ dönüyordu, dudaklarım kurumuştu. O an gördüğüm manzara beni öyle bir sarstı ki, bir an kalbim duracak sandım.
“Ne… ne oluyor?” diye fısıldadım, sesim zar zor çıkıyordu.
Kayınpederim yavaşça başını kaldırdı, yüzü bembeyaz, gözleri dolu doluydu. Çaresiz bir tebessümle bana baktı.
“Beni affet kızım,” dedi titrek bir sesle. “Sana… söylemem gerekirdi.”
Ne demek istediğini anlamamıştım. Gücüm yettiğince doğrulmaya çalıştım ama vücudum hâlâ bana ihanet ediyordu, ellerim titriyor, kalbim çarpıyordu. Yanıma geldi, yere çömeldi.
“Senin… senden başka hiç kimsem kalmadı. O kadar büyük bir yalnızlık ki… O yalnızlığı sana yükledim. Biliyorum, yükün ağır oldu. Ama sana her gün yemek getirmek, ayran yapmak, sofranda oturmak… bana yeniden nefes aldırdı.”
Şaşkın şaşkın ona bakıyordum. “Ama… bana bir şeyler oluyor,” diyebildim.
Gözleri doldu. “Ben… ben sana hiçbir zaman zarar vermek istemedim. Sadece… biraz daha kalman için… yanımda, soframda… bir iki damla damlattım ayrana, hoşafa. Hafif bir şurup. Zararsız… öyle olduğunu söylediler. Ama anlaşılan senin vücudun kaldıramadı. Beni affet… ben sadece gitmeni istemiyordum. Yanımda kalmanı, kızım gibi… kızım yerine koydum seni.”
O anda içimde bir yer buz kesti, bir yer ise onun yalnızlığına acıdı. Gözleri kırış kırış olmuş, yılların hüznüyle dolu o yüzüyle bana bakıyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Yalnızca başımı salladım. “Ne yaptığını bilmiyordun,” diyebildim.
“Bilmiyordum,” dedi. “Korktum, kaybederim sandım. Oğlum zaten seni anlamıyor. Oğlum zaten kendi dünyasında. Ama sen… sen her akşam bana sofrayı kurdun, güldün, konuştun. Ben yıllardır hiç kimseyle böyle konuşmamıştım. O yüzden… korktum.”
Bir anda içimdeki öfke yerini bir tuhaf hüzne bıraktı. Ayağa kalkacak takatim yoktu ama elimle elini tuttum. “Bunu böyle yapmamalıydın,” dedim. “Beni seviyorsan… bunu yapmamalıydın.”
Gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Başını önüne eğdi. “Haklısın…”
O akşamı, sabaha kadar yan yana kanepede oturarak geçirdik. Konuştuk. O bana gençliğini anlattı, kaybettiği karısını, oğluna karşı duyduğu kırgınlıklarını, bir daha bir sofra kurup karşısına oturacak birini bulamayacağını sandığı geceleri anlattı. Ben de ona kendi korkularımı, eşime bile anlatmadığım içimdeki yalnızlığı anlattım. O yaşlı elleriyle ellerimi tuttu.
Sabah olduğunda ikimiz de çok yorgunduk ama içimiz biraz daha hafifti. Ona bir söz verdim: “Her akşam yine soframızda olacaksın. Ama bundan sonra bana hiçbir şey karıştırmayacaksın. Söz ver.”
Söz verdi. O günden sonra ayranlar yine geldi, hoşaflar yine geldi ama tertemizdi. Bizim soframızda artık yalnızlık yoktu. Onun bakışları daha huzurluydu. Benim başım dönmez oldu, lekelerim kayboldu.
Eşim yine halı sahalara, arkadaşlarına gitti, gelmediği geceler çok oldu ama artık umurumda değildi. Çünkü her akşam karşıma oturup “Hadi kızım, ziyan olmasın, iç şundan biraz” diyen biri vardı.
Ve ben yıllar sonra anladım ki… bazen insanlar sevgiyi göstermeyi bilemez. Bazen korkuyla karışık bir sahipleniştir yaptıkları. Bazen de birinin sadece sofranda oturmasına, seni dinlemesine ihtiyacın vardır.
Ben hâlâ o sofrayı kuruyorum. O hâlâ elinde ayranıyla geliyor. Ve ben artık her yudumda yalnızca onun sevgisini tadıyorum.
Çünkü öğrendim ki… her yalnız kalp aslında biraz çocuk kalır.
Ve her sofra… biraz daha fazla sevgiyle kurulur.
Son yorumlar