Kocamın beş yaşındaki kızı bizimle yaşamaya başladığından beri neredeyse hiç yemek yememişti
rtreter
Utangaç, sessiz bir çocuktu; kocaman koyu gözleri her şeyi hem merakla hem de çekingenlikle izlerdi. Daha ilk günden dikkatimi çeken şey, yemek saatlerindeki hali oldu: Ağzına tek lokma bile koymuyordu.Omlet yapardım, fırında pilav, mercimek yemeği, köfte… Çoğu çocuğun bayıla bayıla yiyeceği yemekler. Ama Ela sadece çatalıyla oynar, başını önüne eğer ve mırıldanırdı:“Üzgünüm anneciğim… Aç değilim.”O “anneciğim” deyişi içimi ısıtırken bir yandan da garip bir ağırlık bırakıyordu. Gülümsemeye çalışır, onu zorlamazdım; güvenli hissetmesini istiyordum. Ama günler geçti, durum değişmedi. Akşam yemekleri tabağı dolu kalır, tek tük yediği şey sabah içtiği bir bardak süt olurdu.Cem’le bu konuyu birkaç kez açtım.“Cem, bir şeyler ters gibi. Hiç yemek yememesi normal değil, çok zayıf düştü,” dediğim bir akşam.O içini çekti, sanki bu konuşmayı daha önce defalarca yapmış gibi.“Zamanla alışacak. Gerçek annesiyle daha kötüydü, inan. Biraz sabret.”Sesindeki o yorgun, kaçamak ton beni rahatsız ediyordu ama üstelemedim. Belki gerçekten sadece uyum sürecindeydi, diye düşündüm.Bir hafta sonra Cem, iş için üç günlüğüne Ankara’ya gitmek zorunda kaldı. O yalnız ilk gece, mutfağı toplarken arkamda hafif ayak sesleri duydum. Ela’ydı; pijamaları buruş buruş, yüzünde daha önce hiç görmediğim ciddi bir ifade.“Uyuyamıyor musun kuzum?” diye sordum, yanına çömelerek.Başını salladı. Peluş tavşanını göğsüne sıkı sıkı bastırmış, dudakları titriyordu.“Anneciğim… Sana bir şey söylemem lazım.”Bu sözler içimi ürpertti. Onu kucağıma alıp koltuğa oturduk. Etrafına tedirgin bakındı, sanki evde başka biri olmadığından emin olmak istercesine. Sonra kulağıma o kadar kısa, o kadar kırılgan ve yıkıcı bir cümle fısıldadı ki… Nefesim kesildi.Ayağa fırladım, ellerim titreyerek telefonu elime aldım.“Beklemez bu,” diye geçirdim içimden ve numarayı çevirdim.Polis cevap verince sesim zor çıktı:“Ben… bir küçük kızın üvey annesiyim. Üvey kızım bana çok ciddi bir şey anlattı.”Memur ne olduğunu sormaya başladı ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Ela hâlâ yanımda, bana sımsıkı sarılıyordu.O sırada Ela, az önce bana fısıldadığı o cümleyi bir kez daha, zor duyulur bir sesle tekrarladı.Memur bunu duyunca sesi değişti ve şöyle dedi:“Hanımefendi… Lütfen güvenli bir yerde kalın. Devriye ekibini hemen yola çıkardık.”Devriye arabası on dakikadan kısa sürede geldi. O on dakika bana sonsuzluk gibi geldi. Bu süre boyunca Ela’yı bir saniye bile bırakmadım. Onu battaniyeye sarıp koltuğa oturduk; salonun sıcak ışığı, ayaklarımızın altındaki dünyanın paramparça olduğu hissiyle korkunç bir tezat oluşturuyordu.Polisler sessizce içeri girdi, ani hareket yapmadan; sanki yüksek bir sesin, o küçük kızın kalan güvenini de kırabileceğini biliyorlardı. Kıvırcık saçlı bir kadın polis yanımıza çömeldi.“Merhaba tatlım. Ben Ayşe. Yanına oturabilir miyim?” diye sordu, o kadar yumuşak bir sesle ki ben bile biraz rahatladım.Ela hafifçe başını salladı.Ayşe, Ela’dan bana anlattığını tekrarlatmayı başardı: “Yaramazlık yaptığında” yemek yememesi gerektiğini biri öğretmiş, “böyle daha iyi”ymiş, “uslu kızlar yemek istemez”miş. Kimseyi doğrudan suçlamadı, isim vermedi. Ama ima o kadar açıktı ki tekrar duymak içimi parçaladı.Memur not aldı, bitirince bana ciddi ciddi baktı.“Sizi hastaneye götüreceğiz, bir çocuk doktoru muayene etsin. Şu an acil tehlikesi yok gibi ama dikkat edilmesi lazım. Hem orada daha sakin konuşuruz.”Düşünmeden kabul ettim. Küçük bir sırt çantasına birkaç kıyafet ve Ela’nın peluş tavşanını koydum; ona huzur veren tek şey oydu.Hastanenin çocuk acil servisinde bizi özel bir odaya aldılar. Genç bir doktor kızı nazikçe muayene etti. Sözleri gerçek bir tokat gibiydi:“Beslenme yetersizliği var ama kritik değil. Asıl endişe verici olan, yaşına göre normal yemek alışkanlıklarının olmaması. Bu öğrenilmiş bir şey, kendiliğinden değil.”Memurlar ifade alırken Ela yorgunluktan uyuyakaldı. Ben cevap vermeye çalıştım ama her kelime kendimi daha suçlu hissettiriyordu. Nasıl daha önce fark etmemiştim? Nasıl daha çok ısrar etmemiştim?İşleri bitirince Ayşe beni kenara çekti.—Biliyoruz, bu çok zor ama bugün yaptığınız onun hayatını kurtarmış olabilir.“Ya Cem?” diye sordum, boğazıma bir yumru tıkanarak. “Sizce…?”Ayşe iç çekti.“Henüz her şeyi bilmiyoruz. Ama önceki hayatında birinin yemeği ceza olarak kullandığına dair işaretler var. O biliyordu… ya da bilmiyordu.”Telefonum çaldı: Cem’den mesaj, Ankara’daki oteline vardığını söylüyordu. Olan bitenden haberi yoktu.Polis, şimdilik ona bir şey söylemememi tavsiye etti.Geceyi gözlem altında geçirdik. Ertesi sabah bir çocuk psikoloğu geldi, Ela’yla uzun uzun konuştu. Her şeyi anlamadım ama yeterince anladım ki içim üşüdü: Korku vardı, şartlanma vardı, çok uzun zamandır saklanan sırlar vardı.Tam her şeyi duyduğumu sandığım anda psikolog odadan çıktı, yüzü ciddi.“Sizinle konuşmam lazım. Ela az önce başka bir şey daha anlattı… her şeyi değiştiren bir şey.”Psikolog beni acilin yanındaki küçük bir odaya götürdü. Elleri kenetlenmiş, kaçınılmaz bir acı haber verecek biri gibiydi.“Üvey kızınız dedi ki…” derin bir nefes aldı, “…yemeği kesme cezasını gerçek annesinin verdiğini söyledi. Ama bir de Cem hakkında bir şey söyledi.”Boğazım düğümlendi.“Ne dedi?”“Babasının olanları bildiğini. Onun ağlarken gördüğünü, bazen gizlice yemek vermeye çalıştığını… ama kızın dediğine göre ‘karışma’ demiş, ‘annen ne yaptığını biliyor’ demiş.”Donup kaldım. Bu doğrudan suçlu olduğu anlamına gelmiyordu… ama hiçbir şey yapmadığı anlamına geliyordu. Hiçbir şey.“Emin misiniz?” diye sordum, sesim çatallaşarak.“Bu yaştaki çocuklar detayları karıştırabilir ama böyle kalıpları uydurmazlar. En önemlisi: Bunu korkudan söylüyor. Birini hayal kırıklığına uğratma korkusu. Yeniden cezalandırılma korkusu.”Cem’in sözleri kulaklarımda çınladı: “Zamanla alışacak.”Şimdi korkunç bir anlam taşıyordu.Polis, Cem’le resmi görüşme talep etti. Onu aradıklarında önce şaşırdı, sonra öfkelendi, en sonunda tedirgin oldu. Kızın annesinin “sert” yöntemleri olduğunu kabul etti ama “bu kadar ciddi olduğunu hiç düşünmediğini” söyledi.Memurlar ikna olmadı.Benim içinse kalbi kıran şey, onun bildiğini… ve hiçbir şey yapmadığını anlamaktı.O akşam eve döndüğümüzde, Ela’ya hafif bir çorba hazırlarken arkamdan sarıldı.“Bunu yiyebilir miyim?” diye sordu.“Tabii ki kuzum,” dedim, gözyaşlarımı tutarak. “Bu evde her zaman yiyebilirsin.”Alışması yavaş oldu. İzin istemeden yemek yemesi haftalar, her lokmadan önce özür dilemeyi bırakması aylar aldı. Ama her küçük adım bir zaferdi. Psikolog süreç boyunca bize eşlik etti, polis soruşturmaya devam etti.Sonunda hâkim, Ela için geçici koruma tedbirleri çıkardı. Kesin kararlar hâlâ bekleniyordu ama küçük kız ilk kez gerçekten güvendeydi.Bir öğleden sonra salonda oynarken bana sakin bir ifadeyle baktı; daha önce hiç görmediğim bir sakinlik.“Anne… O gün beni dinlediğin için teşekkür ederim.”İçim eridi.“Seni her zaman dinleyeceğim. Her zaman.”Cem’in davası yasal sürecine devam etti; zor olsa da o telefonu açmanın doğru karar olduğunu biliyordum. Sadece bir yetişkin olarak değil, Ela’nın ihtiyaç duyduğu kişi olarak.Ve şimdi, buraya kadar okuduysanız size bir şey sormak istiyorum: Devamını yazmamı ister misiniz? Belki Ela’nın bakış açısından, belki Cem’inkinden, ya da yıllar sonrasının bir epilogu olarak?