Köy yolunun kenarına her zamanki gibi küçük tahta kasamı koydum

ghghg

“Annemin en yakın arkadaşıydın. Köyde yaşadıkları zaman…”

Bir isim düştü yüreğime. Ayşe.

Gözlerim doldu. Yıllar öncesine gittim. Gençliğime… Beraber güldüğümüz, beraber ağladığımız günlere. Ayşe… Can yoldaşım.

“Sen…” dedim. “Sen Ayşe’nin oğlu musun?”

Başını eğdi. “Mehmet.”

İçimde bir şey koptu. Gözyaşlarım aktı. O küçücük çocuk geldi gözümün önüne. Annesinin eteğine yapışan, bana “teyze” diye seslenen çocuk.

“Elin oğlu sandım seni,” dedim ağlayarak. “Meğer kader getirmiş.”

Mehmet diz çöktü önümde. “Annem,” dedi titreyerek, “seni hiç unutmadı. Son nefesine kadar adını andı.”

Kalbim acıyla doldu. Ayşe’yi toprağa verdiğimiz gün geldi aklıma. Elimi tutup “Bir gün oğlum seni bulur,” demişti. Ben o gün buna inanmamıştım.

Mehmet parayı tekrar uzattı. “Bu sebzelerin parası değil,” dedi. “Bu annemin sana olan borcu.”

Bu kez geri itmedim. Elim titreyerek parayı aldım ama gözüm paraya değil, onun yüzüne bakıyordu.

“Ben zengin oldum,” dedi. “Ama annem bana zenginliği değil, onuru öğretti. Senden öğrendi.”

Boğazım düğümlendi. “Ayşe iyi kadındı,” dedim. “Dünyada onun gibi az insan vardır.”

Mehmet gülümsedi. “İşte o yüzden durdum bu yolda.”

Sebzeleri bagaja koydu. Gitmeden önce eğildi, ellerimi öptü. O an sanki Ayşe karşımdaydı.

Cip uzaklaştığında yol yine sessizdi ama ben aynı Hatice değildim artık.

O akşam eve döndüm. Kasam boştu ama içim doluydu. Anladım ki bazı iyilikler toprağa gömülmez. Yıllar geçse de filiz verir.

Ve insan, ne ekerse bir gün onu biçer.