Niyeti eski sevgilisini küçük düşürmekti

 

a1

Emine’nin fark ettiği ilk şey dayanılmaz kokuydu — kanalizasyonla mazotun birbirine karışmış ağır bir kokusu.
Daha tepki veremeden, buz gibi ve pis bir su dalgası vücuduna çarptı, nefesini kesti. Saniyeler içinde açık renk bluzu sırılsıklam olmuş, koyu kahverengiye dönerek beş aylık hamile karnına yayılmıştı — doktorların bir zamanlar asla mümkün olmayacağını söylediği bir hayatın büyüdüğü yere.
Bir an için Emine şoktan donup kaldı. Market poşetleri ellerinden kaydı ve Vila Madalena’nın yağmurla kayganlaşmış sokağında patlayarak açıldı. Portakallar yuvarlandı. Paketler yırtıldı. İçgüdüleri devreye girdi ve iki elini birden karnına bastırarak bebeğini korumaya çalıştı.
Sonra onu duydu — güçlü bir motorun boğuk homurtusunu.
Büyük, parlak siyah bir SUV yanına sertçe fren yaparak durdu. Cam yavaşça indi ve yıllar geçse de asla unutamayacağı bir yüz ortaya çıktı.
Rıza.
Bir zamanlar ona sonsuzluğu vaat eden adam.
Yeni doğan kızları Sofya kollarında can verirken gözlerini kaçıran adam.
Onu “fazla hasarlı” olduğu gerekçesiyle eş ve anne olmaya layık görmeyip terk eden adam.
Şimdi yüzündeki ifade küçümsemeyle keskinleşmişti.
“Buna inanamıyorum… Emine?” diye alay etti. “Hâlâ benim terk ettiğim o yoksul, bitmiş kadın gibi yaşıyorsun.”
Pahalı kolonyasının kokusu, kıyafetlerinden damlayan çamurla acımasızca çarpışıyordu.
“Şuna bak,” diye devam etti. “Market alışverişi yapan çaresiz bir ev kadını gibi. Doğru dürüst bir kocayı bile elinde tutamamışsın.”
Bakışları karnına kaydı, gülümsemesi çarpıldı.
“Ve gerçekten seni hamile bırakacak kadar aptal birini bulmuşsun. İkimiz de biliyoruz, senin bedenin bunu kaldıramaz. Bunu da kaybedeceksin… kızımız gibi.”
Sözler sudan daha sert çarptı. Emine’nin göğsü sıkıştı; hastane koridorları, dayanılmaz acı ve sonsuz sessizlik anıları zihnine hücum etti. Ama yıkılmadı. Ayakta kaldı.
Yolcu koltuğunda, bir zamanların gizli ilişkisi şimdi gururla “yönetici asistanı” unvanını taşıyan Valeri, pahalı güneş gözlükleri ve Emine’nin aylık giderlerinden pahalı bir çantayla yüksek sesle güldü.
“Vay canına Rıza,” diye alay etti. “Bu mu eski eş? Ne manzara ama.”
“Ne yazık ki,” dedi Rıza omuz silkerek. “O şeyi hayatta tutmakta sana bol şans, Emine. Bu hikâyenin nasıl bittiğini ikimiz de biliyoruz.”
SUV hızla uzaklaştı, arkasında daha fazla çamurlu su sıçratarak gözden kayboldu.
Emine bir süre orada kaldı — sırılsıklam, titreyen… ama yenilmemiş.
Çünkü Rıza Bittencourt’un hiçbir fikri yoktu.
Az önce aşağıladığı kadının, yıllar önce terk ettiği kırılgan Emine olmadığına dair hiçbir fikri yoktu.
O artık Emine Camargo Sterling’di — ülkenin en güçlü milyarderlerinden birinin eşi, küresel bir teknoloji ve hayırseverlik imparatorluğunun varisi.
Onu seven adamın tek bir doktor randevusunu bile kaçırmadığını, her gece doğmamış çocuklarıyla konuştuğunu bilmiyordu.
Rıza’nın yok etmeye çalıştığı her şeyi geri kazandırdığını da bilmiyordu: güvenliğini, özgüvenini, değer duygusunu.
Günler sonra, canlı yayınlanan bir iş galasında, Emine salona girdiğinde Rıza neredeyse bardağını düşürüyordu — zarif, ışıldayan, hamile… yanında kocasıyla.
Anons edilen isim, salondaki herkesin saygıyla ayağa kalkmasına neden oldu.
Mutlu. Güvende. Dokunulmaz.
İşte o an Rıza nihayet anladı.
O gün ona attığı çamur, Emine’yi kirletmemişti.
Sadece onun kim olduğunu…
Ve Emine’nin kim hâline geldiğini ortaya çıkarmıştı.