Okul otobüsü şoförü küçük bir kızın her gün bir şey sakladığını görüyor

On dört yaşındaki Ela, utangaç ve hep yalnız oturan bir kızdı; tam şoför koltuğunun arkasına yerleşirdi.İlk başta Mehmet, bunun yeni okula alışma süreci olduğunu düşündü. Fakat kısa sürede rahatsız edici bir durum gördü.Her öğleden sonra, servis boşalırken Ela sessizce ağlıyor, durağına varmadan önce gözyaşlarını çılgınca siliyordu.Babalık içgüdüleri tamamen uyanan Mehmet, aynadan ona seslenmeye çalıştı: “Zor bir gün mü geçti kızım?” diye sordu.Ela her seferinde titrek bir fısıltıyla cevap verirdi: “Her şey yolunda Mehmet Amca.”Ama gözleri başka şeyler söylüyordu; adeta yardım çığlığı atıyordu.Bir salı öğleden sonrası, servis sert bir tümseğe girince Mehmet aynadan Ela’nın irkildiğini ve aceleyle bir şeyi koltuğunun altındaki havalandırma deliğine tıktığını gördü.Metal ve plastik birbirine çarpan bir ses geldi.Durağa vardıklarında, uzun boylu, soğuk ve hesapçı bakışlı bir adam kızını bekliyordu. Üvey babası Cem’di.Mehmet’e selam vermedi, sadece kızın inmesi için sert bir el hareketi yaptı.Ela’nın onu görünce ürkekçe küçülüşü, şoförün kanını dondurdu.Servis tamamen boşalınca Mehmet garaja dönmedi. Koridorda yürüdü ve Ela’nın koltuğunun yanına diz çöküp elini havalandırma ızgarasına soktu.Parmakları küçük bir kutuya değdi.Onu gün batımının ışığına çıkarınca kalbi yerinden oynadı. Şeker ya da oyuncak değildi.Yarısı kullanılmış bir blister hap kutusuydu. Mehmet donup kaldı; ilaca bakıyor, bağlantıları kuruyordu.Mehmet öylece oturdu, avucunda paket titriyordu. İlaçtı — ama korktuğu türden değil.Etikete bakınca tanıdık bir his göğsünü sıktı.Bu hapları çok uzun zaman önce, hastanelerin ve vedaların doldurduğu günlerde, karısının başucunda görmüştü.O gece uyuyamadı.Ertesi sabah doğruca okul müdür yardımcılığına gitti ve rehber öğretmenden randevu istedi. Sesi yumuşak ama kararlıydı — endişe taşıyan, suçlama yapmayan bir ses.“Sanırım birine yardım lazım,” dedi ve hapları masaya koydu.Saatler içinde işler sessizce değişti. Hemşire Ela’yla konuştu. Bir görüşme ayarlandı. O öğleden sonra ise durağın başında Cem değil, bir sosyal hizmet görevlisi bekliyordu.Ela inmeden önce tereddüt etti. İlk kez acele etmedi. Mehmet’in yanına geldi, elleri titreyerek, gözleri dolu dolu.“Kimsenin bilmesini istemiyordum,” diye fısıldadı. “Tedaviler beni çok yoruyor. Acınmalarını istemiyordum. Üvey babam insanların konuşmaması daha iyi diyordu…”Mehmet’in sesi çatallaştı:“Kızım, bu kadar büyük bir şeyi tek başına taşımak en kötü sessizliktir.”Sonraki haftalarda Mehmet, Ela’nın hayatının bir parçası oldu — zorla değil, varlığıyla. Hastane günlerinde okul kapısında bekledi. Termosta sıcak çay bulundurdu. Motorlardan, gün batımlarından bahsetti; korkuyu yatıştıracak kadar küçük şeylerden.Ela yavaş yavaş açıldı. Gizlediği teşhisinden, annesinin kemoterapi öncesi saçlarını nasıl ördüğünden, insanların hafızasından silinmekten nasıl korktuğundan bahsetti.O yıl bahar İzmir’e erken geldi. Portakal çiçekleri servis çatısına serpildi; Ela öndeki koltuğa oturmaya başladı, yapışkan notlara çiçekler çizip Mehmet’in gösterge paneline yapıştırıyordu.Bir sabah, gözleri daha parlak olarak servise bindi ve kapalı bir zarf uzattı.“Sizin için,” dedi.İçinde hastane çıktısı vardı:Remisyon onaylandı. Takibe devam.Altında Ela’nın yuvarlak el yazısıyla:“Bana bakmadığınız için teşekkür ederim.”Mehmet yutkundu. İçinde yükselen hissi tarif edemiyordu — sıcak, amaç gibi bir şey.Dönem sonu günü Ela merdivenlerde durdu ve geri döndü. Güneş, yeniden uzamaya başlayan kısa saçlarında parlıyordu.“Beni gerçekten gören ilk kişi siz oldunuz,” diye fısıldadı.Mehmet onu teyzesinin arabasına doğru yürürken izledi; ilk kez kahkaha atıyordu. Elleri direksiyonda sıkıydı, ama bu sefer gerilimden değil, hayranlıktan.Yıllarca yas tuttuktan sonra hayat ona sessizce bir devam etme nedeni vermişti — büyük mucizelerle değil, korkmuş bir küçük kızın artık yok olmak zorunda olmadığını öğrenmesiyle.Ve o günden sonra her öğleden sonra, servis sessizleşip altın ışık boş koltukları doldururken Mehmet göz ucuyla Ela’nın verdiği fotoğrafa bakardı — hastanedeki zil çalma töreninden bir kare, göz hizasına yapıştırılmış:Hatırlatma: Bazen kurtardığın hayat kendi hayatın olmaz.

Son yorumlar