Parkta yürüyordum. Sonbaharın o kendine has
Parkta yürüyordum. Sonbaharın o kendine has, insanın içini durup dururken burkan serinliği vardı. Bankların birinde oturan yaşlı adam gözüme takıldı. Elindeki baston, kamburu, ama en çok da yüzündeki ifade…
Bir an durdum. Kalbim garip bir şekilde hızlandı.
“Yok canım…” dedim içimden.
Ama ne kadar kaçmaya çalışsam da ayaklarım beni ona doğru götürdü.
Yaklaştım. Sesim titriyordu.
“Hocam…” dedim, “beni hatırladınız mı?”
Başını kaldırdı, uzun uzun yüzüme baktı.
Gözlerinde bir tanıdıklık aradım ama yoktu.
“Hayır evladım,” dedi, “çıkaramadım.”
Yutkundum.
“Ben…” dedim, “48 yıl önce ilkokulda öğrencinizdim. M… Benim.”
Bir an durdu. Hafızasını yoklar gibi kaşlarını çattı ama yine de başını salladı.
“Üzgünüm,” dedi, “hatırlayamadım.”
İçimde yıllardır sakladığım bir yük kıpırdadı.
“Hocam,” dedim, “sınıfta bir gün… bir arkadaşımızın parası kaybolmuştu.”
O an nefesim daraldı.
“Parayı ben almıştım,” dedim. “Çocuktum. Aptalcaydım. Korkaktım.”
Ellerim hâlâ terliyordu, aradan yarım asır geçmiş olmasına rağmen.
“Siz sınıfa bakıp,” dedim, “herkes ayağa kalksın, sıraya dizilsin demiştiniz. Sonra…”
Sesim çatladı.
“Sonra herkesin ellerini sıranın üstüne koymasını istediniz. Ben ellerimi koyarken… kalbim göğsümü parçalayacak gibiydi. Yüzüme bakamayacağımı, herkesin bana hırsız diyeceğini düşünüyordum.”
Derin bir nefes aldım.
“Tam o sırada siz bir öyle birşey yaptınız ki hocam …” devamını okumak için diğer sayfaya gecebilirsin…


Son yorumlar