Parkta yürüyordum. Sonbaharın o kendine has

“Gözlerinizi kapatın,” demiştiniz hocam.
O an sınıfta bir uğultu olmuştu ama kimse itiraz etmemişti. Ben ise gözlerimi kapattığımda karanlığın içinde boğulacak gibi olmuştum. Ayaklarımın altından yer kayıyordu sanki. Kalbim, herkesin duyacağı kadar gürültülü atıyordu.
Sonra sırayla aramaya başladınız.
Bir çocuğun cebine elinizi attığınızda irkiliyordum.
Bir başkasının çantasını karıştırdığınızda dizlerim titriyordu.
“Şimdi benim cebime geldin,” diye dua ediyordum içimden.
“Lütfen hocam… Lütfen…”
Ama o an gelmedi.
Bir süre sonra sınıf sessizleşti. Ayak sesleriniz durdu.
Sonra sesiniz yankılandı:
“Bulamadım,” dediniz.
Ben hâlâ gözlerimi açamıyordum. Utançtan, korkudan, suçlulukla taş kesilmiştim.
Ardından o cümleyi söylediniz hocam…
Hayatım boyunca kulağımdan silinmeyen o cümleyi:
“Çocuklar,” dediniz, “aranan şey bulunamadı. Ama şunu bilin… Suçu olan kişi şu an cezasını çekiyor.”
O an anladım.
Kimse beni görmemişti.
Kimse beni suçlamamıştı.
Ama siz… siz beni görmüştünüz.
Gözlerimizi açtırdınız.
Sınıfa baktınız.
Ve eklediniz:
“Bir insanı rezil etmek kolaydır. Ama ona insan kalma şansı vermek, öğretmenin asıl görevidir.”
O gün parayı gizlice masanıza bırakmıştım. Kimse görmeden.
Ama asıl bıraktığım şey, cebimdeki para değilmiş.
O gün hırsızlığı da bıraktım hocam.
Yalanı da.
Korkaklığı da.
Hayatım boyunca ne zaman yanlış bir yola sapacak olsam, gözlerimi kapatan o küçük çocuğu hatırladım. Terleyen ellerimi. Çarpan kalbimi. Ve sizin sesinizi…
Bunları anlatırken yaşlı öğretmen gözlerime baktı.
Sessizdi. Uzun süre konuşmadı.
Sonra elimi tuttu.
“Demek o çocuk sendin…” dedi kısık bir sesle.
Gülümsedi. Gözleri dolmuştu.
“Bak evladım,” dedi, “ben seni o gün tanımadım. Ama bugün tanıdım.”
O an anladım.
Bir öğretmen bazen öğrencisinin adını unutur…
Ama ona verdiği ders, bir ömür unutulmaz.

Son yorumlar