Sırlarla dolu sandığın anahtarı

517730734 1649907992362719 8450177630242290356 n

Benim adım Yusuf…
Yetmiş dokuz senedir bu dünyada bir ömür tüketmişim, şimdi geriye bir avuç hatıra, bir çift yorgun göz, bir de bu sızlayan dizler kalmış.
Hanımımı beş yıl önce kaybettim. Toprağı bol olsun, o varken dünya başka bir yerdi. Şimdi oğlumla, gelinimle yaşıyorum. Onların evinde bir odacığım var, köşe başında, eski sandığımın durduğu odacık…

O sandık… işte bütün ömrüm o sandığın içinde saklı gibi.
Kimse bilmez onun içindekileri. Ne oğlum, ne gelinim. Bir tek hanımım bilirdi, o da götürdü sırrımı mezara.

Birkaç gündür içim içimi yiyor. Gece uykularım kaçıyor. O sandığın başında oturuyorum bazen, kilidine dokunuyorum. Oğlum sormuştu bir ara:
— Baba, şu eski sandığın içi hep kapalı, ne var içinde?
— Hatıra oğlum, hatıra, demiştim.
Bir daha da açmadı konuyu.

Ama gelinim açtı.
Geçen akşam mutfağa su almaya giderken duymazlıktan geldiğimi sanıp telefonda biriyle fısıldaşıyordu:
— Bilmiyorum işte, hep başında duruyor o sandığın… Ne saklıyor bilmiyorum. Belki para var, altın var diyorlar. Eninde sonunda bulacağım anahtarını…

O anda içimden bir şey koptu.
O sandıkta para, altın yok… ama açılırsa, ne oğlumun, ne gelinimin kaldırabileceği bir yük var.
Çünkü o sandığın içinde yalnızca hatıra değil… bambaşka bir şey…

Bu sabah kararlıyım. Anahtarı alıp cebime koydum.
Ve odamın kapısını kapatıp sandığın başına oturdum.

Ama tam eğilip kilide takacakken, arkamdan bir fısıltı geldi:
— Anahtarı bırak… sakın açma…

Tüylerim diken diken oldu. Sesin sahibine dönmek için başımı çevirdiğimde, odanın kapısı aralıktı… ve bir gölge sessizce içeri süzülüyordu.

Arkamdan gelen sesi duyunca, kalbim yerinden çıkacak gibi oldu.
Elleri titreyerek anahtarı cebime koydum, başımı çevirdim.
Odanın kapısında duran gölge, bir adım öne çıkınca gördüm… oğlumdu.
Ama öyle bir yüzle bakıyordu ki bana… yıllardır görmediğim bir öfke vardı gözlerinde.

— Baba… açma artık şu sandığı.
— Ne diyorsun oğlum?
— Açma diyorum… çünkü o sandığın içindekini bilmek istemiyorum.
— Nereden biliyorsun içinde ne olduğunu?
— Annem bana her şeyi anlatmıştı…

O an elimdeki anahtar yere düştü.
Demek hanımım ona söylemişti.
Oğlum ağır ağır yürüdü, önümde durdu.
— Annem bana dedi ki… o sandığı açarsan ailemizin bütün düzeni bozulur.
— Oğlum…
— O sandık… annemin kalbindeki son sırdı. Onun bile taşıyamadığı…

Dizlerim çözüldü sandığın başında.
Gözümden yaş aktı.
Yıllar önce… daha oğlum küçücükken… ben başka bir kadınla büyük bir günaha girmiş, ondan doğan bir kız çocuğu için hanımıma yalanlar söylemiştim.
O çocuk… o masum yavrucağın birkaç fotoğrafı, mektupları, bebeklik elbisesi hep o sandığın içindeydi.
Hanımım her şeyi bilmiş ama sır etmişti.
Onun ölümünden sonra, oğluma da anlatmış meğer…

Oğlum diz çöktü yanımda.
— Baba… dedi, o defteri annem kapattı. Sen de kapat artık. Açma.
— Oğlum… ben o kıza hiç sahip çıkamadım. Belki hayatta mı öldü mü bilmem.
— O senin değil artık, bizim de değil.
— Peki ya vebali?
— Onu da Allah bilir… biz değil.

Uzun bir sessizlik oldu.
Sonra oğlum elimden anahtarı aldı.
Bir daha da sandığın kilidiyle oynamadım.

O gece odama çekildiğimde hanımımı rüyamda gördüm.
Yüzü yine gençti, gülümsüyordu.
— Artık bırak Yusuf… dedi.
— O sandığı da, yükünü de bırak…

Sabah gözlerimi açtığımda içimde tuhaf bir hafiflik vardı.
Sandık yerli yerinde duruyordu… ama artık onun içindeki yük benim omzumdan kalkmıştı sanki.
Sadece, usulca dua ettim:
“Allah’ım… ne hata ettiysem bağışla. Bütün yükümü Sana bıraktım…”

Ve ilk defa yıllar sonra derin bir uykuya daldım.