sizinle yemek yiyebilir miyim?

Mehmet Bey durdu. Sonra karşısındaki sandalyeyi işaret etti.
Lokantada derin bir sessizlik oldu.

Ela oturdu, başı eğikti, elleri titriyordu.
Mehmet Bey garsona döndü:
“Ne yiyorsam ondan getir. Bir de sıcak süt.”

Yemek geldiğinde Ela hemen yemeye başladı.
Kibar olmaya çalıştı ama açlık galip geldi.
Mehmet Bey sadece izledi, konuşmadı.
Yüzü ifadesizdi ama gözleri dalgındı.

Yemek bitince sordu:
“Ailen nerede?”

“Babam inşaatta çalışıyordu, düştü… öldü. Annem iki yıl önce gitti. Babaannemle kalıyordum, geçen hafta o da vefat etti.”
Sesi titredi ama gözlerinden yaş akmadı.

Mehmet Bey’in yüzü değişmedi ama bardağı biraz daha sıkı tuttu.
Çünkü o da bir zamanlar tıpkı Ela gibiydi.

Zengin doğmamıştı.
Bir zamanlar o da sokaklarda yaşamış, şişe toplayıp satarak karın doyurmuştu.
Annesi öldüğünde sekiz yaşındaydı.
Babası o zaman kaybolmuştu.
Yıllarca sokaklarda uyumuş, restoranların camından içeri bakıp “bir tabak yemek” hayal etmişti.

Ela’nın sözleri, içinde yıllardır saklı duran o çocuğa dokunmuştu.
Cebinden para çıkaracaktı ama durdu.
Kızın gözlerinin içine baktı.

“Benimle gelmek ister misin?” dedi.

Ela şaşkınlıkla baktı.
“Nasıl yani?”

“Yalnız yaşıyorum. Ailem yok. İstersen sana yemek, yatak, okul imkânı sağlarım. Ama çalışkan ve saygılı olacaksın.”

Lokantada fısıltılar yükseldi.
Bazıları inanamadı, bazıları şaşkınlıkla baktı.

Ela’nın dudakları titredi.
“Evet,” dedi. “İsterim.”

Yeni Hayat

Mehmet Bey’in evinde hayat, Ela’nın bilmediği kadar farklıydı.
İlk kez diş fırçası kullandı, sıcak duş aldı, temiz yatakta uyudu.
Ama alışmak kolay değildi.
Bazı geceler yatağa değil, yere yattı çünkü “yatak fazla yumuşak, sanki güvensiz” geliyordu.
Yemekleri cebine saklıyordu, sanki bir gün bitecekmiş gibi.

Bir gün hizmetçi, Ela’yı mutfakta kraker saklarken yakaladı.
Ela ağlayarak, “Sadece bir daha aç kalmak istemiyorum,” dedi.

Mehmet Bey diz çöktü, gözlerinin içine baktı:
“Bir daha aç kalmayacaksın. Söz veriyorum.”

O günden sonra her şey değişti.
Temiz çarşaflar, kitaplar, kahkahalı kahvaltılar…
Hepsi tek bir cümleyle başlamıştı:

“Amca, sizinle yemek yiyebilir miyim?”

Bu cümle, yıllardır kimseye içini açmamış bir adamın kalbini ısıtmıştı.
Ve sadece Ela’nın değil, onun da hayatını değiştirmişti.

Geçen Yıllar

Ela yıllar içinde çok çalıştı, çok okudu.
Zeki, meraklı, güçlü bir genç kız oldu.
Mehmet Bey’in desteğiyle üniversiteyi kazandı, burs aldı.

Bir akşam, gitmeden önce merakla sordu:
“Mehmet Amca, siz eskiden nasıldınız?”

Adam gülümsedi.
“Senin gibiydim,” dedi.

Sonra anlattı:
Soğuk geceleri, aç geçen günleri, kimsenin yardım etmediği yılları…

“Kimse bana el uzatmadı,” dedi. “Ben kendi yolumu çizdim. Ama bir gün benim gibi bir çocuk görürsem, görmezden gelmeyeceğime söz verdim.”

Ela ağladı.
Onun için, çocukluğu için, dünya için.

Yıllar Sonra

Beş yıl geçti.
Ela üniversiteden birincilikle mezun oldu.
Törende şöyle dedi:

“Hikâyem okulda başlamadı. İstanbul sokaklarında başladı — bir soru sordum, ve bir adam cevap verdi.”

Salon gözyaşlarına boğuldu.

Ama asıl sürpriz, eve döndüğünde yaşandı.
Basın toplantısında şunu duyurdu:

“‘Sizinle Yemek Yiyebilir miyim?’ adında bir vakıf kuruyorum.
Amaç; evsiz çocuklara yemek, barınma ve eğitim sağlamak.
İlk bağışı da babam Mehmet Yılmaz yapıyor. Servetinin yüzde otuzunu bağışladı.”

Haber kısa sürede yayıldı.
Bağışlar, gönüllüler, destekler ardı ardına geldi.
Hepsi, bir kızın cesaret edip bir akşam bir soru sormasıyla başlamıştı.

Her yıl 15 Ekim’de Ela ve Mehmet Bey o lokantaya geri dönerler.
Ama içeri girmezler.
Kaldırıma masalar kurarlar.
Ve oradan geçen bütün çocuklara sıcak yemek dağıtırlar.

Çünkü bir zamanlar, bir tabak yemek iki hayatı değiştirmişti.